HAKKIMIZDA

 

ADALETİN ÇÖKÜŞÜ VE TOPLUM

Toplumsal barış ve düzen, insan hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kuvvet ile adalet arasındaki ilişkilerin biçimine bağlıdır. Gerçek barış ve düzen, kuvvetin adalete hükmettiği yerde değil,ancak ve yalnız adaletin emrinde tutulduğu toplumlarda var olur ve öyle tutulabildiği müddetçe devam edebilir.

Toplumlar tabiatı icabı sürekli bir “değişim süreci” içindedir. Doğma,büyüme, olgunlaşma,  eskime,bozulma,çürüme ve canlılığını yitirmeye doğru bir değişim süreci içinde bulunan madde aleminde olduğu gibi, değerler alemi de kural olarak aynı doğrultuda bir değişim süreci geçirir. Toplum düzenini belirleyen kurallar, bu değişim sürecinde oluşturulur.

İşte, toplumların en büyük çıkmazı, bu kuralları “adil” olanların  değil, “güçlü ve nüfuzlu” olanların belirlemesidir. Bu da, toplumsal düzene şekil veren kuralların “adalet değerine” göre belirlenmesinin en büyük engelini teşkil etmektedir.  Çünkü, toplumda belirleyici olan güçlü ve nüfuzluların er ya da geç, değişim sürecini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeleri, zaman içinde, kendi değerlerini ve düzenleyici kurallarını geçerli kılan bir hukuk düzeni oluşturmaları kaçınılmazdır. Hatta,bu güçler, “adalet değerine” göre şekillenmiş kurum ve kurallara da nüfuz ederek zamanla  kendi çıkarları ile bağdaşır bir nitelik kazandırmak için var güçleri ile çalışırlar. Kısaca, bütün toplumsal kurum ve kurallar, bunlara kendi kısa ve uzun vadedeki çıkarlarına yataklık eden bir mahiyet kazandırmak isteyen güçlerin istismarı ve tehdidi altındadır.

Günümüz dünyasında maalesef gerek toplumlararası ilişkilerde ve gerekse her toplumun kendi öz ilişkilerinde “hak ve adalet”  ilkesinden çok “gücün” belirleyici olduğu bir yapı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu yapılarda kuralları koyanlar güçlülerdir. Bu sebeple tüm kurallar, güçlülerin çıkarlarını koruyan ve geleceğin kurallarını da güçlülerin belirleme yetkisini güvence altına alan bir nitelikte olduğu ve her alanda adalet ile bağdaşmayan uygulamalara yol açtığı ortadadır.

Toplumların evriminde “adaletsizlik” faktörünün giderek baskın hale gelmesi, mevki ve makamları bir saltanat ve imtiyaza dönüştürmüştür. Böylece çoğu toplumlarda çıkar odaklarının devlet, kanun ve hukuk adına dayattığı kurallar hükmetmeye başlamış, tamamen fesada uğramış bir otorite ortaya çıkmıştır. Bu otoritenin “adaleti” temsil etmesi mümkün değildir. Aksine, toplumda, baskı, menfaat, korku ve güvensizlik hakim olmuştur.

Üst düzeyde böyle adaletsiz bir yönetim  anlayışının yerleşmesi, daha aşağı kademelerdeki bütün suistimallere  de siper ve kalkan olacak ve toplumun her kademesinde  bir yolsuzluk rekabetine yol açacaktır. Böylece, devlet adına, cumhuriyet,demokrasi ve hukuk adına  dayatılan; yolsuzluğu, adaletsizliği ve bir avuç çıkar çevresinin menfaatlerini himaye eden bir fiili durum ortaya çıkacaktır.

Bugün,ülkemizde de bu yozlaşma artık en yıkıcı boyutlara ulaşmış, “düzenleyici kurallar” ve “uygulamalar” genel toplum yararını temsil etmekten tamamen uzaklaşmıştır. Bu yozlaşmanın yol açtığı durum, ancak  “adaletsizlik” kavramı ile ifade edilebilir.

Servetin iktisabında, gelir dağılımında, temel hak ve özgürlüklerin tanınması ve sınırlandırılmasında, dolayısıyla da devletin niteliklerinin pratiğe yansımasında bugün bireyler ile bireyler arasında ve bireyler ile devlet arasında tam bir “adalet problemi” yaşanmaktadır. 

ADALETSİZLİK VE DEVLET

Günümüz toplumlarında adalet veya adaletsizliğin kaynağı devlet olarak algılanmaktadır. Günlük yaşamında ve hayatı boyunca bir dizi adaletsizliklerle karşı karşıya kalan birey ve toplulukların,er geç bundan devleti sorumlu tutması kaçınılmazdır. Devlet-vatandaş münasebetlerinde karşılıklı saygı ve bağlılık duygularının erozyona uğramaya başlaması  bu münasebetlerde “adalet” kavramının tecelli etmemesi ile alakalıdır. “Önce adalet yıkılır; sonra devlet!…”  öz deyişi bunu ifade etmektedir.

Adaletsizlikler zaten soyut bir kavram olan devletin, önce kalplerde,gönüllerde ve kafalarda yıkılmasına neden olur.  Bireylerin kalplerinde, gönüllerinde ve kafalarında yıkılmış olan bir devlet, artık devlet olmaktan çıkmış, dış ve iç güçlerin çıkarlarını hukuk kılıfına sokarak topluma dayatan bir kaba kuvvet mekanizmasına dönüşmüş olacaktır.  Böyle bir durum, “adaletsizliğin” en büyük kaynağı olduğu gibi, aynı zamanda kitlelerin devlete yabancılaşmasına ve  toplum-devlet  arasında “meşruiyet krizine” de yol açan en önemli sebeptir.

Toplumu tek bir zihniyet kalıbına dökme çabaları, bütünleştirici değil,ayrıştırıcıdır ve insan tabiatını aykırıdır. Böyle bir yaklaşımın toplum mühendisliği ile uzaktan yakından alakası yoktur. Etnik,dinsel,sosyal ve kültürel farklılıkları vatandaşlık zemininde bir arada yaşatabilmenin ve bu farklılıkları zenginliğe dönüştürebilmenin yegane yolu, toplum düzenine şekil veren kuralların ve yönetim anlayışının “adalet”  ilkesine  dayandırılması ile mümkündür. Kurallar ve uygulamalar, hiç bir siyasal ve toplumsal görüş ve düşünceyi dışlayıcı olmamalıdır. Çünkü, bu taktirde demokratik yoldan da olsa, yönetimin el değiştirmesi, hiçbir çözüm getirmeyecek, sadece dışlayan ve dışlanan kesimlerin el değiştirmesine, dolayısıyla adaletsizliğin sürekliliğine hizmet edecektir.

Toplum açısından olduğu kadar, devlet açısından da “adaleti ve insan haklarını koruyan” bir yapılanma zaruridir.  Çünkü, adalet ve genel hürriyet ilkelerinin halka yayıldığı oranda toplumda her şey nizamına girecektir. Böyle bir yapılanma, her toplum kesiminin hak ve hukukunu güvence altına alacağından, devleti de “herkesin devleti” haline getirecektir.

Toplumların doğasında var olan kaçınılmaz farklılıklara saygı duyan, aynı zamanda bu farklılıkları  tanıyan, farklı çevrelerin birbirlerine saygı duymalarını da özendiren ve bu yolda toplumu eğiterek uzlaşmacılığı geliştiren; bu farklılıklara eşit mesafede yaklaşan ve hakem konumunda bulunan bir devlet ve yönetim anlayışı, tüm toplumu adalet ve hukuk ile kuşatacak ve her toplum kesimince benimsenen, korunan “meşru bir varlık” konumu kazanacaktır. 

SOMUT ÖRNEKLER

Anayasa ve kanunlar, “vatandaşın hak ve sorumluluklarını” olduğu kadar, “devletin  yetki ve sorumluluklarını” da düzenleyen kurallardır. Bu sebeple, bu kuralları vatandaşın ihlal etmesi ne kadar mümkün ise, devletin ihlal etmesi de o kadar mümkündür. Anayasa ve yasaları ihlal eden vatandaşlar hakkında “cezai yaptırımlar” olduğu kadar, devlet adına yaptığı bir işlem veya eylem ile anayasa ve yasaları ihlal eden kimseler hakkında da “cezai yaptırımlar” bulunmalıdır. Üstelik, bu açıdan kamu gücünü elinde bulunduran devlete karşı güvenceye muhtaç olan da vatandaştır.

Halbuki, günümüzde, “adalet ve insan hakları” nın devlet güvenliği ile bağdaşmazlığı anlayışını yansıtan hukuki düzenlemeler ve uygulamalar tüm toplumu kuşatmış bulunmaktadır. Hukuku birey haklarının güvencesi olmaktan çok, devleti koruma mekanizması olarak algılayan yaklaşım başta yargı kurumları olmak üzere tüm kurumlarda hakim olmuştur.

Bireylerin temel haklarını  devlet görevlilerine karşı güvenceye alan kanun maddelerinde  öngörülen cezalar caydırıcı olmayıp,teşvik edici olduğu gibi, memurların yargılama süreci de hakkını aramakta ve telafi etmekte bireyler aleyhinedir. Oysa, bireylerin devlete karşı işlediği suçların cezaları son derece ağır, adeta vatandaşın her hareketini suç olarak yorumlamaya açık bir nitelik taşımaktadır.

Bu nedenle, devletin güvenliği adına yapılan hukuk dışı uygulamalar dahi meşru gösterilmektedir. Böylece, devletin güvenliği adına yasalar olabildiğince vatandaş aleyhine yorumlanıp, uygulanırken, yine aynı gerekçe ile devlet tarafından yapılan hukuk dışı uygulamalar yaptırımsız kalmaktadır.

Bu da, daha başlangıçta devlet-vatandaş ilişkilerini düzenleyen kuralları bir adaletsizlik kaynağı haline getirmektedir.

Devlet kudretinin hukukla sınırlanmasını ve hürriyetlerin korunmasını gerçekten etkili kılacak başlıca teminat müesseselerinden birisi “yargı denetimi” dir. Toplumda adalet değerini tahrip eden sebeplerden birisi de, bağımsız yargı tarafından işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olup olmadığı denetlenemeyen, böylece peşinen hukuka aykırı karar verme yetkisi tanınan mekanizmaların mevcudiyetidir.

T.C. Anayasasının 125 nci maddesinde “İdarenin her türlü işlem ve eylemine karşı yargı yolu açıktır”  hükmüne yer verilmesine rağmen, bu anayasal kurala,   125/2 maddesi ile “Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile  Yüksek Askeri Şuranın kararları yargı denetimi dışındadır.” ; 105/2 nci maddesi maddesi ile “Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz” ; 160/1 nci maddesi “Sayıştay`ın kesin hükümleri aleyhine idari yargı yoluna başvurulamaz” ve 159 ncu maddesi ile “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu karalarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz” hükümleri ile istisnalar getirilmiştir.

Örneğin, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yargı denetimi dışında tutulan kararları, adli ve idare yargı hakim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma ve meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme görevden uzaklaştırma gibi tamamen “hukuka uygun” olarak yapılması gereken işlemler ile ilgili kararlardır.

İşte bu kararların hukuka uygun olup olmadığının denetlenememesi, kurula,  hukuka uygun olmayan kararlar da verebilmeye açık bir yetki tanıma anlamına gelmektedir. Aynı durum, Yüksek Askeri Şura, Cumhurbaşkanı ve Sayıştay açısından da geçerli bulunmaktadır. 

ÇÖZÜM: ADALET İÇİN MÜCADELE…

Günümüz toplumlarında, hak ve hukuk ihlalleri ile adaletsizliklerin gittikçe yaygınlaşması, genel bir hoşnutsuzluğu beslemektedir. Toplumda adalet arayan kitlelerin çoğalması, bir taraftan  toplum bireylerini ve kesimlerini, insan ve toplum yapısının doğasından kaynaklanan farklılıklarına rağmen, ortak bir noktada buluştururken, öte yandan da güç ve çıkar odaklarının istismarlarına ve bu doğrultudaki düzenleme ve yönlendirmelerine karşı kesin tavır koyabilecek bir toplumsal yetkinliği de beraberinde getirecektir.

Bu toplumsal yetkinliğin fonksiyonel olması, toplumun bu ortak problem etrafında bir dayanışma içine girmesine, en doğal farklılıklarını malzeme olarak kullananların oyununa gelmemesine bağlıdır. Aksi taktirde, kendi içinde ırk,din,mezhep, düşünce hatta cinsiyet gibi farklılıklar etrafında  çatışmacı bir süreç içine sürüklenecek ve  hak ve hukuk tanımaz bir avuç azınlığın çıkar ve imtiyazlarının devamını sağlayan sosyal bir yapıyı beslemeye devam edecektir. Hatta, maalesef böyle bir yapıyı temsil etmektedir ve hızla adalet ilkesi etrafında paydasını eşitleyerek bu çatışma sürecini bilinçli olarak yok etmelidir. Artık herkes, bu farklılıkların bir ayrışma ve çatışmanın  “kaynağı” değil, “aracı” olduğunu anlamalı ve bu aracı kullananların oyununu bozmalıdır. Aksi taktirde, iç ve dış çıkar odaklarının toplumlarının istismarından kurtulamayacaktır.

Ortamı bunalım gösteren bir toplumun temel sorunu, kurallar ve uygulamalarda  “adalet değerini” devre dışı  bırakan bir anlayışın belirleyici konumda bulunmasıdır. Toplumun bu anlayışı bertaraf etmesi, kamu gücünü bu anlayışın elinden kurtararak “adalet değerini” her şeyin üstünde tutan bir anlayışın emrine vermek yolunda ortak bir refleks geliştirmesi ile mümkündür. 

Çağdaş toplumlar artık birbirinden  kopuk  bireylerden çok, dayanışma içine giren insan topluluklarından  oluşmaktadır.

Eğer bugün karşı karşıya  bulunduğumuz ortak sorun “adaletsizlik” ise, bu sorunun çözümü de “adalet” değeri için yapılacak ortak mücadeleye bağlı olacaktır. Toplumsal barışın kurulması ve sürdürülmesi, yaşanan bir gerçek olan adaletsizlikler dizisinin ortadan kaldırılmasına bağlıdır.

Adalet, evrensel bir değerdir. İnsanların farklı kimliklerine, statülerine, aidiyetlerine göre değişmez. Hiç kimseye, şu veya bu kimlik ve statüye  mensup olduğu için siyasi, ekonomik, sosyal ve hukuki bir ayrıcalık veya ayrımcılık yapılmamalıdır.

Ülkemizde “adalet problemi” nin köklü bir şekilde çözümü,öncelikle hangi kimlik ve statüde olursa olsun, insanımızın hak ve özgürlüklerinin bilincinde olması ve onları korumak için örgütlü bir mücadele  geliştirmesinden geçmektedir.

Toplumumuzda hak arama ve adalet bilinci oldukça düşük olmakla birlikte, artık, toplumda bu bilinçsizliğin faturası olan adaletsizliklerin boyutu “katlanılabilir olmak” hududunu aşmıştır. Bu durumun öncelikle bu konudaki bilinç sorununu daha kolay çözümlenebilir kılacağı, toplumda adalet arama bilincini körükleyeceği ve toplumu bu konuda bir irade birliğine ve inisiyatif geliştirmeye zorlayacağı da bir gerçektir.        

Toplumda bu anlamda büyük bir enerji birikiminin var olduğu kanaatindeyiz. Bütün sorun, bu birikimi istismar etmeden, art niyetsiz ve samimi bir yaklaşımla organize etmek ve toplumu meşru bir zeminde adalet talep eden bir dayanışma sürecine sokmaktır. Böyle bir dayanışma ortaya konulmadıkça, bireyleri ve toplulukları kendi çıkarları doğrultusunda istismar eden güçlerin hukuk ve adalet çizgisine  çekilmesi mümkün olmayacaktır.

ADALETİ SAVUNANLAR DERNEĞİ

Günümüzde,toplum olarak bir adalet arayışı içinde olduğumuz tartışılmaz bir gerçektir. Devletten, siyasal parti ve kesimlerden bağımsız, hiçbir kimlik farklılığına bakılmaksızın, olumlu veya olumsuz hiçbir ayrıcalık gözetmeksizin, toplumda “adalet” ilkesinin hayata geçirilmesi yolunda siyaset üstü bir işbirliği ve dayanışmaya öncülük edecek bir sivil toplum kuruluşuna ihtiyaç vardır.

İşte Adaleti Savunanlar Derneği,toplumun bu adalet arayışına cevap verecek hizmetler ortaya koymak üzere 07.04.2000 tarihinde kurulmuş ve Geçici Yönetim Kurulunu oluşturarak çalışmalarına başlamıştır.

Adaleti Savunanlar Derneği gerek iç hukukta ve gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde güvence altına alınmış en tabi hakları ihlal edilmiş bir grup insanın kararlı bir şekilde bir araya gelerek, sivil toplumun bu yolda dayanışmasına öncülük etmek üzere kurulmuştur.

ADALETİ SAVUNANLAR DERNEĞİ`NİN AMAÇ VE FAALİYETLERİ

Adaleti Savunanlar Derneği;  hak ve özgürlükleri ihlal edilenler ile her alanda “adaletin” ve “hukukun üstünlüğü  ilkesinin” hayata geçirilmesi idealine hizmet etmek isteyenlerin hukuki mücadele platformudur.

Adaleti Savunanlar Derneği, idarenin tüm işlem ve eylemlerinin hukuka  uygunluğunun yargı yolu ile denetlenmesi, her konuda adaletin tam ve çabuk gerçekleştirilmesi, “mevzuat ve uygulamalardaki” evrensel insan haklarına aykırılıkların izlenmesi ve düzeltilmesi, ihlallerin son bulması için ulusal ve uluslararası platformlarda girişimlerde bulunulması, hak ve özgürlükleri ihlal edilen kişilere hukuki, sosyal ve ekonomik yardımda bulunulması, toplumda insan haklarına saygının geliştirilmesi ve toplum barışının sağlamlaştırılması için çalışmak amacı ile kurulmuştur.

Dernek, amaçlarının gerçekleştirilmesi için aşağıdaki faaliyetlerde bulunur:

         
* Adalet, hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlükleri konusunda fert ve toplum bilincinin geliştirilmesi için her türlü basın ve yayın faaliyetinde bulunur.

* Amaç doğrultusunda üyelerini ve kamuoyunu bilgilendirmek için seminer, konferans, panel, açık oturum, sempozyum ,yarışma ve gezi düzenler; sergi, film,video, tiyatro ve benzeri sosyal ve kültürel etkinlikleri organize eder.

* Ülkemizde ve dünyada insan hak ve özgürlükleri ile ilgili  iyi ve kötü uygulamaları ve uygulayıcıları kamuoyunun bilgi ve dikkatine sunar,

* Hukukun genel ilkelerine aykırı ve toplumsal barışı bozan, mevzuat hükümlerinin ve  uygulamaların düzeltilmesi için gerekli çalışmaları  yapar.

* Amaçlar doğrultusunda bilimsel araştırma ve çalışmalar yapacak  bir enstitü kurar. Bu konudaki bilimsel çalışmaları destekler. Başarılı bulduğu çalışmaları ödüllendirir.        

* Konusunda ihtisas sahibi olan kişilere her türlü ilmi, dini, tarihi, sosyal, kültürel, ekonomik sahalarda araştırmalar, anketler, kamuoyu yoklamaları yaptırır ve bunların sonuçlarını kamuoyuna açıklar, ilgili kişi ve kuruluşlara bildirir, gerekli tedbirlerin alınması için girişimlerde bulunur ve  izler.

* Kütüphane ve arşiv kurar.

* Benzer amaçlar doğrultusunda faaliyet gösteren özel ve tüzel kişi ve  kuruluşlar ile işbirliği yapar ve destekler.         

* Hak ve özgürlükleri çiğnenerek mağdur edilmiş olan kişileri kamuoyu önünde temsil eder ve ettirir. Bu gibi kişilere karşılık beklemeden her türlü maddi, manevi ve hukuki yardımda bulunur, bu amaçla yardım kampanyaları düzenler.

* Yardım Toplama Kanunu ve ilgili mevzuat hükümlerine uygun olarak yardım ve bağış toplar,alır ve verir,şartlı ve şartsız vasiyetleri kabul eder.

* İhtiyaç duyduğu gelirleri temin maksadıyla iktisadi,ticari ve sanayi işletmeler,ortaklıklar,vakıflar ve yardımlaşma sandıkları kurabilir.

* Eğitsel, tıbbi, istişari ve sosyal birimleri kurar ve işletir. Bu faaliyetler için gerekli olan uzman ve personeli istihdam eder ve yetiştirir.

* Dernekler Kanunu hükümleri saklı kalmak üzere merkezinin ve şubelerinin faaliyetlerini yürütmek için her türlü taşınır ve taşınmaz malı edinir, kiralar ve işletir.         

* Dernekler Kanununun 89 ncu maddesi gereğince sandık kurar.

 ADALETİ SAVUNANLAR DERNEĞİ VE SİZ

Adaleti Savunanlar Derneğinin ilkelerini benimsiyor ve her alanda “adalet”değerini temel alan kural ve uygulamaların gerçekleştirilmesi için mücadele çalışmalarına katılmanın gereğine inanıyorsanız;

 * Derneğimize üye olarak her türlü çalışmalara bizzat katılabilirsiniz !

* Bağış yaparak mücadelemize maddi katkıda bulunabilirsiniz !

* Düşünce,dilek ve önerilerinizi bildirebilirsiniz !

**********

NOT : BU BLOK ASDER -ADALETİ SAVUNANLAR DERNEĞİ’NE DESTEK AMACI İLE OLUŞTURULMUŞ OLUP KARDEŞ SİTEDİR.

  1. Mustafa METE
    Mart 24, 2011, 10:21 am

    Sayın ASDER yetkilileri,

    Öncelikle şu güne kadar vermiş olduğunuz mücadele ve elde etmiş olduğunuz başarı iiçin bir kardeşiniz olarak sizleri kutlamadan edemeyeceğim. Ben 1982 yılında Kara Harp Okulu’ndan 11.06.1982 tarihinde yıldız takmaya 2.5 ay gibi bir süre kala “solcu” diyerek ilişiği kesilmiş bir kardeşinizim. Kanun da yeralamadık ama canımız sağolsun.

    Asıl belirtmek istediğim; ayrım yapmadan tüm öğrenciler, 12 Eylül, 12 Mart mağdurları için vermiş olduğunuz destek ve katkıya ayrıca saygı duymamak mümkün değil.

    Bu nedenle tekrar teşekkür eder, yolunuzun açık olmasını dilerim.

    Saygılarımla,
    Mustafa METE

  2. Sibel YİĞİT KARAÖREN
    Nisan 5, 2011, 7:17 pm

    Babam kıdemli başçavuş olarak 19 yıl 6 ay 15 gün hizmeti varken 28.11.1968 tarihinde res’en emekliye sevk edilmiş ve emekli sandığınca hizmetleri (kesenekleri) iade edilmıştır. 1979 yılında da vefat etmiştir. Annem ve biz üç çocuğu yıllardır bu konudaki maduriyetimizin giderilmesi için dilekçeler verdik ama hiç bir yasadan yararlanamadık. Son çıkan yasa da yıllar itibarıyla bizi kapsam dışı bırakmıştır.Bu yasa çıkmadan önce hizmet ihyası yapabileceğimiz yönünde bir bilgi aldığımdan Emekli Sandığına gittim.Babamın yukarıdaki süresini ihya edip borçlanmamız kabul edilmişti ki atıldıktan sonra 167 gün SSK lı olarak çalıştığı görüldü ve en son çalıştığı kurum yapsın diyerek işlem durduruldu.SSK ya gittiğimde 167 günle emekli olması mümkün değil,Emekli Sandığı yine hizmetini ihya etsin sonra da bize devretsin yapalım dediler.Emekli Sandığı ihyanın sadece kendi kurumları için geçerli olduğunu belirterek işlemi yapmadı ve bizler birazcık da olsa umutlandığımız bu olaydan yine elimiz boş döndük.
    Benim anlayamadığım sosyal güvenlikte bütün kurumlar bir çatı altında birleşti deniyor da neden hizmetler birleştirilmiyor.Gerekçe kendi sağ olsaydı ve SSK lı olarak çalışıyor olsaydı o zaman hizmet devri yapardık deniliyor.Bu konuda hukuki yardıma ihtiyacımız var.Annem 69 yaşında ve artık babamdan maaş bağlanarak huzur bulsun,çektiklerine merhem olsun istiyoruz. Bize rehberlik eder misiniz?

  3. Nisan 6, 2011, 5:15 pm

    Merhaba Sibel Yiğit KARAÖREN Hanımefendi.
    Yazınızı Hukuk komisyonumuza ilettim. İletişim bilgilerinizi belirtirseniz daha iyi yardım olunabilir diye düşünüyorum.

    İletişim için.
    Ahmet TÜRKAN
    ahmetturkan@gmail.com

  4. Eylül 7, 2011, 8:20 pm

    adalet bu olsa gerek deveyi diken insani … türkiyede adalet budur işte sıze adalet alın kafanıza vurun ki akil gelsın baş bezemekler…türkiye kime emanet ettik para yeyin işde oturdunuz yerden ondan sonrada gelin memura para yetmemiş len ……… sen cifcıne bakmazsan oda sana bakmaz. bu dünya yiyenlerede kalmaz:.: dersden görürsün porselen tabakda:::

  5. Eylül 7, 2011, 8:25 pm

    müslüman ülke dersiniz birde adaleti bana öretmeye calisırsnz neden bahsediyorsunuzlen hak adlett burda olmaz cik ok meydanina gör atalarını adlet ve hak icın nasıl mucadele vermısler öle oturdunuz yerden 2 lira mahs birde bana yetmiyor len g bu paraya kac ay calisıyor bir işci senin haberin varmi lavuklara sesleniyorum

  6. Eylül 7, 2011, 8:29 pm

    insanlar kalleş olmus menfat dunyası yalaka iş göreene kadar.. kalles bu insanlar sözüm kalleslere …aynadaki yüzünden utan bilindeki yalan sözlerden udan felek …..adalet diye birsey yokkkk bunlar müslüman olamazlar..

  7. Eylül 7, 2011, 8:31 pm

    siteye sözüm yok cok güzel bir site basarilar dilerim:. söz yine kalleslere .

  8. erdoğan fıstıkoğlu
    Eylül 15, 2011, 3:15 pm

    03.03.1974 tarihinde ,sonradan ismi Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü olan YSE Genel Müdürlüğünde 4857 ( eski 1475) sayılı iş kanuna tabii olarak işe başladım.
    İzmir Köy Hizmetleri 3. Bölge Müdürlüğünde görevli iken ,25.01.1982 tarihinde 1402 sayılı sıkı yönetim kanunun değişik 2. maddesi gereğince,sıkı yönetim komutanlarının istemi üzerine ,görevime herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın son verildi.Mahkeme kararıyla bu tarihe kadar olan tazminatımı ve diğer haklarımı aldım.
    İşten atıldığım 25.01.1982 tarihinden sonra ,haksız olarak işten atıldığım gerekçesi ile ve tekrar görevime döndürülmem isteği ile mahkemeye başvurdum.
    Neticede Danıştay’ın 1988/6 Esas ve 1989/4 Karar sayılı ( 9 şubat 1990 tarih ve 20428 sayılı resmi gazete ) İçtihatları Birleştirme Kurulu kararı ile aklanarak eski görevime iade edilmem ve bulunduğumuz ildeki Sıkı Yönetimin sürdüğü tarihler arasındaki hariç geriye dönük ,açıkta geçen sürelere ait aylık ve diğer özlük haklarımın,herhangi bir yargı kararı aranmaksızın ödenmesi kararını ( 22 ocak 1992 tarih ve 21119 sayılı resmi gazete ) içeren Devlet Memurları Kanunu Genel Tebliği (Seri No 123 ) gereği ile geriye dönük tüm haklarımı alarak 17.03.1991 tarihinde işe başlatılmam kararı alındı.17.03.1991 tarihinde de İzmir Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünde işe başladım.Köy Hizmetleri il Müdürlüğü daha sonra bulundukları illerin İl Özel İdare Müdürlüklerine dahil oldu.
    14.09.2006 tarihine kadar aralıksız çalışarak,bu tarihte İzmir İl Özel İdare Müdürlüğü’nden emekli oldum.
    İşten atıldığım 25.01.1982 tarihi ile İzmir’de Sıkı Yönetimin kalktığı tarih olan 15.07.1985 tarihleri arasındaki 3 yıl 5 ay 20 günlük ve işe başlama kararının alındığı 09.02.1990 tarihi ile işe başlatıldığım 17.03.1991 tarihleri arasındaki 1 yıl 1 ay 8 günlük ,neticede toplam 4 yıl 6 ay 28 günlük kıdem tazminatım HARİÇ ,geri kalan tüm yasal haklarımı aldım.
    Mahkeme kararı ile aklanarak işe başlatıldığıma göre suçsuzluğum kabul edilmiştir.Eğer işten atılmasaydım,kesintisiz olarak maddi ve manevi tüm haklarımı alarak emekli olacaktım.
    Geçmiş yıllarda 12 Eylül 1980 darbesi ile yürürlüğe konulan hiçbir yasayı ve de sonradan Cumhurbaşkanı’da olan Kenan Evren ve Milli Birlik Komitesi üyelerini şikayet etmek,yargılamak hatta haklarında olumsuz konuşmak bile yasaktı ve suçtu.Bu nedenle yukarda belirtilen tarihler arasındaki haklarımı talep edemedim.
    Ancak 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Referandumun evet oyları ile kabülünden sonra çıkarılan uyum ve torba yasaları çerçevesinde ,12 Eylül 1980 darbesi ile haksızlığa uğrayan kişilerin maddi ve manevi mağduriyetlerinin giderilmesi,12 eylül ile hesaplaşılması ve 12 eylül 1980 darbesini yapan kişilerin yargılanabilmesine olanak tanıyan yasalara göre ,emekli olduğumda verilmeyen 4 YIL 6 AY 28 GÜN’lük Kıdem Tazminatımın hesaplanarak ,yasal faizleri ile birlikte tarafıma ödenmesini ve bu konuda tarafıma bilgi verilmesini arz ederim.

    Erdoğan FISTIKOĞLU

    25.01.1982 İşten çıkarılış
    15.07.1985 İzmir’de sıkı yönetimin kalktığı tarih ( 3 yıl 5 ay 20 gün )

    09.02.1990 işe başlatma kararı
    17.03.1991 işe başlatılmam ( 1 yıl 1 ay 8 gün )

    TOPLAM ( 4 yıl 6 ay 28 gün )

  9. erdoğan fıstıkoğlu
    Eylül 15, 2011, 3:26 pm

    Sn.Adaleti Savunanlar Derneği,

    Yukarda yazmış olduğum dilekçede belirttiğim konu için yargıya gidebilirmiyim.Gitmek istersem iş mahkemesine mi yoksa diğer mahkemeye baş vurayım.Buna benzer daha önce görülmüş,emsal teşkil edecek bir dava varmı.
    Bu konuda bana bilgi verirseniz ve yönlendiriseniz çok sevinirim.saygılarımla.
    Erdoğan Fıstıkoğlu

    0 546 631 69 72
    52/75 sok.no:33/1 esenyalı
    Karabağlar-İZMİR

  10. Eylül 15, 2011, 3:39 pm

    Merhaba Erdoğan Bey,
    İdari konularda dava süreleri 60 günlük zaman aşımı sürelerine sahip. Dava açma süresinin geçirdiğiniz için dava açsanız bile “red” cevabı alırsınız. Bu konuyu iş hukukunda deneyimli bir avukata da danışabilirsiniz.
    İyi günler. ASDER

  11. Aralık 12, 2011, 10:54 am

    sayın yöneticiler : size 1 mesele izah edeceğim
    Olay:İşkence ve kötü mumamele den halen Jandarma genel komutanlığında Yüzbaşı rütbesi ile görev yapan 1 Jandarma personeli subay hakkında 2.taktik Hava kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesince bu subay hakkında 1 yıl 1 ay 10 gün hapis kararı verilmiştir bu subay TSK dan atılırrmı atılmazmı şayet haziran 2010 da Askeri Yargıtaya itiraz etmiş 8 aydırda orada askeri yargıtayın karara bağlamasın ne kadar zaman alır yanıtınızı rica ediyorum saygılarımla

  12. Aralık 12, 2011, 10:55 am

    saygılarımla yanıtınızı tahmini olarak bekliyorum

    • Aralık 12, 2011, 4:36 pm

      Merhaba Levent Bey, olay yargıya intikal etmiş. Malum süreç çok yavaş işliyor. Askeri Yargıtay’ın kararından sonra sonuç belli olacağından bir şey söylemek çok zor. Sabırla takip etmekte yarar vardır.

  13. davut doğrucu
    Ocak 30, 2012, 3:57 pm

    Sn.Asder Yetkilileri
    22 yılı aşkın bir süre Milli İstihbarat Teşkilatında görev yaptım. Yurtiçi ve Yurtdışı görevlerde bulundum. Başarılı görev anlaşıyım nedeniyle olumlu siciller alarak belli bir makama kadar yükseldim. Ancak kurumun dışından birisinin şikayeti üzerine başlatılan soruşturma neticesinde aylıktan kesme cezası aldım. Tabi hiçbir kanıtı olmayan sadece tarafımdan kullanıldığı iddia edilen bir ifade gerekçesiyle bir başka kuruma atamam yapılmıştı. Ancak böyle bir şeyin haberini önceden alarak kurumdan emekli olma yolunu seçtim ve hukuki arayışıma devam ettim. ediyorum. Gizlilik nedeniyle savunmamı yapamıyorum. Danıştaydan gizli oturum talep ettim ancak bir cevap gelmedi. Yeni atanan müsteşar gerçekleri biliyor ancak o da hakkımı bağımsız mahkemelerde aramamın gerektiğini söyledi. Sizlere olayın detaylı safahatini gönderip fikir almak istiyorum. Onurum ve gururum son derece yara aldı. Hatta geleceğimi tehlikeye atıp özel yetkili savcılara başvurmayı bile düşündüm. Ama çocuklarım henüz küçük. Ne yapabiliceğimi öğrenmek için yazı hazırlıyorum. Şimdilik bu kadar.Kolay gelsin. Başarılar.

  14. Şubat 7, 2013, 8:54 pm

    SN.Asder Yetkililri
    1995-2000 yılları arasında D.K.K.lığın da uzman erbaş olarak görev yaptım. Asta müessir fiil suçun dan dolayı askeri mahkeme den 5 gün ceza aldım. Cezada 25 tl para cezasına çevril di. Temiz sonucunda dava karara bağlandı ve 2000 yılında sözleşmam tek taraflı olarak fesh edildi. Hibir sosyal hakkımı (tazminat) alamadım.

    Sizlerden ricam benim dava açma hakkım varmı veya bu çıkarılan af kapsamında nasıl faydalanabilirim.bana yardımcı olursanız sevinirim.

    iletişim bilgilerim:: nacizeynep@hotmail.com

    0533 666 5425

  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın