Arşiv

Posts Tagged ‘demirel’

Büyükanıt’la ilgili deliller inceleniyor

Savcı, hem İnternet Andıcı iddialarıyla hem de 27 Nisan bildirisiyle adı konuşulan Büyükanıt için inceleme başlattı

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un tutuklanmasının ardından soruşturmayı yürüten Savcı Cihan Kansız’ın Başbuğ’un savunması sırasında sunduğu belgeler arasından öncelikli olarak emekli Orgeneral Büyükanıt ile ilgili delilleri incelemeye aldığı bildirildi.
İFADESİ ALINABİLİR

Savcılığın, önümüzdeki günlerde Büyükanıt ile diğer isimlerin soruşturma kapsamında şüpheli olup olmayacağı veya ifadesinin alınıp alınmayacağı yönünde bir karar vermesi bekleniyor.
BAŞBUĞ İŞARET ETMİŞTİ

İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız tarafından yürütülen ve hükümet aleyhine kara propaganda yapılması amacıyla kurulduğu iddia edilen internet siteleriyle ilgili soruşturma kapsamında geçtiğimiz hafta eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ‘silahlı terör örgütü kurmak, yönetmek ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek’ suçlarından tutuklanmıştı. Başbuğ, savcılık ve mahkemedeki ifadelerinde internet sitelerinin kendisinden önceki dönemde hazırlandığını belirterek isim vermeden emekli Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ı işaret etmişti.

E-MUHTIRA İLE GÜNDEME GELMİŞTİ

Büyükanıt delillerin incelenmesinin ardından hakkında soruşturma başlatılırsa Başbuğ gibi silahlı terör örgütü yöneticiliği ve T.C. Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından şüpheli konumuna gelecek. Büyükanıt e-muhtıra olarak bilinen 27 Nisan bildirisini kaleme aldığını söylemiş, hakkında soruşturma açılmamıştı. (AHT)

Darbecilerin ’10 derin’ tezgahı!

Evren ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Şahinkaya hakkında iki kez ağırlaştırılmış müebbet istenen iddianamede darbe için tezgahlanan kanlı olaylar tek tek sıralandı.
Gökhan Özdağ’ın haberi

12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya hakkındaki soruşturmanın tamamlanmasının ardından hazırlanan iddianame Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Böylece darbenin komuta kademesine resmen dava açılmış oldu. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin’in hazırladığı iddianame ‘demokrasi manifestosu’ niteliğini taşıyor. Evren ve Şahinkaya, Türkiye Cumhuriyeti anayasasını ve bu anayasayla teşekkül etmiş TBMM’yi ortadan kaldırmakla suçlanıyor. İki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis isteyen savcılık, ‘yurtdışına çıkış yasağı ve adli kontrol’ talebinde de bulundu.

İddianamede savcılar, 1980 öncesi meydana gelen ve darbeye gerekçe gösterilen terör olaylarını ayrıntılı olarak değerlendirdi. Kaos ve kargaşa oluşturarak ülkeyi adım adım askeri darbeye sürüklemek için şartlarının oluşmasını bekledikleri sonucuna varıldığı belirtildi. 1977’deki ‘Kanlı 1 Mayıs’, Abdi İpekçi’nin katledilmesi, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas olayları ve 16 Mart katliamı gibi 10 kanlı senaryonun darbeye zemin hazırlamak isteyen gizli güçler tarafından tertiplendiği tek tek anlatıldı.

1 MAYIS PROVOKASYONDU

Siyasi tarihe ‘Kanlı 1 Mayıs’ olarak geçen ve 34 kişinin öldüğü 1977’de İşçi Bayramı kutlamaları iddianamede geniş yer buldu. Taksim’deki kutlamalar anlatılarak tanık ifadelerine yer verildi. Değerlendirme kısmında “Olayda gerek İntercontinental Oteli’nden gerekse Sular İdaresi binasının üstünden ateş edenlerin birçok kişi tarafından görülmüş olmasına rağmen güvenlik güçlerinin gerçek suçluların hiçbirisini yakalayamamış olması hususları gözetildiğinde, olayın toplumu kaosa ve iç çatışmaya sürüklemek, nihai hedef olarak ise askeri darbeye zemin hazırlamak amacıyla devlet içinde yönetimi ele geçirmek isteyenlerin yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış bir provokasyon olduğu ve etkili güçlerin polisin de görev yapmasını engellediği kanaatine varılmaktadır” denildi.

HAMİDO’NUN KATİLİ GİZLİ GÜÇLER

6 ve 7 Nisan 1978’de postaneden gönderilen bombalar nedeniyle Hamido diye tanınan Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, gelini ve torununun öldürüldüğü hatırlatıldı. Ardından Adıyaman Emniyet Müdür Muavini Abdulkadir Aksu ile Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesindeki CHP’li İlçe Başkanı ve milletvekili adayı Memiş Özdal’ın gönderilen bombalardan şans eseri kurtulduğu aktarıldı. Savcılar 3 adet bombanın aynı ilden bir gün arayla farklı siyasi görüşteki kişilere gönderilmiş olmasını “Toplumda kaos oluşturmak ve darbeye zemin hazırlamak isteyen gizli güçler tarafından tertiplendiğini göstermektedir” ifadeleriyle değerlendirdi.

7 ÖĞRENCİ KAOS İÇİN ÖLDÜRÜLDÜ

16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi’nin kapısı önündeki sol görüşlü 7 öğrencinin katledilmesi de detaylı şekilde anlatıldı. Bombayı atan Zülküf İsot’un itirafı ablasının ağzından iddianameye şöyle yansıdı: “Polis aracı ile gittiklerini, polislerin de kendilerine yardım ettiklerini, bombayı kendisine attırdıklarını, o anda insanların feryatlarını, bağırmalarını gözleri dolu dolu anlattı. ‘Çok pişmanım’ dedi.” İsot’un bu itiraftan kısa bir süre sonra öldürüldüğü belirtildi. İsot’un katilinin de kendisi gibi bir ülkücü olan Latif Aktı olduğu ve sanığın 8 sene hapis yattığı hatırlatıldı. Ülkücü itirafçı Ali Yurtaslan’ın “Öğrencilerin üzerine atılan bombayı Ülkü Ocakları 2. Başkanı Abdullah Çatlı, orduda görev yapan bir yüzbaşıdan 7 tane TNT kalıbı temin etti” açıklamalarına yer verildi. Savcılara göre olay; suçlunun takibine amirleri tarafından müdahale edildiğini belirten görevli polisin beyanları, İsot’un eylemi polisin kendisine yaptırdığını belirten beyanları, o tarihlerde POL-DER ve POL-BİR olarak bölünmüş olan polis içerisindeki görevlilerin de kullanılması ile toplumda kaos oluşturmak ve yönetimi ele geçirmek isteyen güçler tarafından çıkartıldı.

AMAÇ ALEVİ SÜNNİ ÇATIŞMASI

3 Eylül 1978’de Alevi – Sünni çatışması çıkartmak amacıyla gerçekleştirildiği belirtilen ve şehri savaş alanına çeviren olaylarda 11 vatandaşın öldürüldüğü kaydedildi. Olayda dönemin Devlet Bakanı Enver Akova’nın Sivas halkının olaylara karışmadığını, aşırı uçların silah aldıkları kaynakların aynı olduğu şeklindeki beyanı, bazı güvenlik güçlerinin Sivas’a dışarıdan toplulukların getirildiğine söylemesi, Alevi ve Sünni yapısı nedeniyle kentin provokatif eylemler için uygun olması, Sünnileri Aleviler aleyhine kışkırtmaya yönelik sloganların atılmış olması değerlendirilerek “Olayın ülkeyi kaosa sürükleyerek, askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı anlaşılmıştır” ifadeleri kullanıldı.

ASKER MARAŞ’TA PASİF KALDI

19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş’ta meydana gelen olayların darbeye giden yolda önemli dönüm noktası olduğu vurgulandı. Darbeye gerekçe olarak da gösterilen ve Alevi-Sünni çatışması çıkartmak için planlanan çatışma ve saldırılarda 105 kişinin öldüğü ve yüzlerce vatandaşın yaralandığı belirtildi. Tanık ve dönemin yetkililerinin açıklamalarında da yer verilen iddianamede Kahramanmaraş olaylarında, dönemin İçişleri Bakanı ve Valisinin yardım taleplerine olumsuz cevap verildiği vurgulandı. Olaylara müdahale için çevre illerden gelebilecek askeri birliklerin 25 Aralık’a kadar gelmediği hatırlatılarak, şunlar dile getirildi: “Başbakan Ecevit’in, olaylarda askeri birliklerin pasif kaldığına yönelik beyanları, son 3 günde polisin olaylardan el çektirilmesi, askeri birliklerin yetersiz ve pasif kalmaları nedeniyle olaylara etkin müdahale edilmemesi, Tayyar Paşa adındaki Tuğgeneralin, Ökkeş Kenger’e söylediği “Siz ne biçim Milliyetçisiniz, ne biçim Ülkücüsünüz, size böyle mi emir verildi. yüzünüze gözünüze bulaştırdınız.” şeklindeki sözleri, infiale neden olan anonsu kimin yaptığının tespit edilememesi, kendisini milli piyangocu olarak tanıtan 26 kişinin bulunamaması, ölen 2 solcu öğretmenin cenazelerinin hastaneden tesliminin Cuma namazı saatine denk getirilmesi, dönemin Elazığ Valisinin kontrgerilla tarafından tehdit edildiğini belirtmesi, Pazarcık ilçesinin köyünde öğretmenlik yapan Akif Dalgaç’ın olaya katılan grubu bir subayın yönlendirdiğini beyan etmesi hususları dikkate alındığında, olayların toplumda kaos oluşturmak ve askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı, etkin güvenlik kuvvetlerince de müdahale edilmediği kanaatine varılmaktadır.”

AĞCA’YI AYNI GÜÇLER KAÇIRDI

1 Şubat 1979’de Milliyet Gazetesi başyazarı Abdi İpekçi’nin katledilmesi de 12 Eylül iddianamesinde darbeye gerekçe gösterilen terör olayları içerisinde yer aldı. İpekçi’nin tetikçisi Mehmet Ali Ağca hakkında şu ifadelere yer verildi: “Ağca’nın kendisine eylemi yaptıranları açıklayacağına dair yapmış olduğu açıklamadan sonra Maltepe Askeri Cezaevinden asker elbisesi giydirilerek kaçırılması, ülkenin kaos ve çatışmaya sürüklenerek yönetilemez hale getirilmesini isteyen güçler tarafından planlandığını göstermektedir.”
AYNI SENARYO ÇORUM’DA SAHNELENDİ

Daha önce Kahramanmaraş ve Malatya’da ortaya konulan kaos senaryosunun 1980’in Temmuz ayında Çorum’da sahnelendiği belirtildi. Camiye bomba atıldığı ve suların zehirlendiği gibi söylentilerle başlatılan olaylar sonucunda tanık beyanlarına göre 57 kişi hayatını kaybetti ve çok sayıda vatandaş yaralandı. Değerlendirme kısmında olaya müdahale için gelen Amasya Tugay komutanın olaylar yatışmadan birliklerini geri çekmesi belirtildi. Olayı bizzat yaşayan Adnan Baran’ın polis ve askerin olaylara müdahale etmediği, kendisiyle birlikte firari sanıkların kentte rahatça gezmelerine izin verildiği, bazı subayların sağ ve sol gruplara silah ve patlayıcı verdikleri itiraflarına yer verildi. Camiye bomba atılmadığını yine aynı camide anlatmaya çalışan Kazım Aras isimli şahsın gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyen kişilerce sopa darbeleriyle etkisiz hale getirildiği belirtilerek olayın kaos çıkararak darbeye zemin için çıkartıldığı vurgulandı.

FATSA’YA MÜDAHALE

Ordu’nun Fatsa ilçesinde 14 Ekimde 1979 ara seçimlerinde arkasında Devrimci Yol örgütünün desteği olan Terzi Fikri adıyla üne kavuşan Fikri Sönmez’in belediye başkanı seçildiği belirtildi. Sönmez’in “Ben tek başıma değil Türkiye Devrimci Hareketin göstermiş olduğu bir adayım” ifadeleri sonrasında 8 Temmuz 1980’de Samsun’dan gelen askeri birliklerle Fatsa’ya operasyon düzenlendiği aktarıldı. Operasyon emrini Genelkurmay Başkanı şüpheli Kenan Evren’in verdiği vurgulanarak Sönmez ile birlikte 300 kişinin gözaltına alındığı aktarıldı. O tarihte sıkıyönetim ilan edilen iller arasında Ordu’nun olmadığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sıkıyönetim olmayan bir bölgede olaylara müdahale ettiği belirtildi. Şüpheli Kenan Evren’in, Kahramanmaraş olaylarına asker olarak neden müdahale edilmediği sorulduğunda, sıkıyönetim ilan edilmediği için yetkilerinin olmadığını belirttiği açıklamasına vurgu yapılarak, “Esasen her gün onlarca insanımızın terör olaylarından öldüğü bir ortamda, Başbakan, hükümet ve diğer siyasi parti liderlerine doğrudan, Cumhurbaşkanına ise doğrudan olmasa bile dolaylı olarak müdahalede bulunabileceğine ilişkin uyarı mektubu verebilecek kadar kendisini güçlü gören askeri yönetimin, terör olaylarına müdahale ederek suçluları adli merciler önüne çıkarması, toplum ve siyasi iktidar tarafından ancak takdir edilebilirdi. Fatsa operasyonu bu yönüyle dikkate değerdir” denildi.

ASIL AMAÇ DARBE

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün görev süresinin 6 Nisan 1980’de dolması üzerine CHP adayı Muhsin Batur’un 303 oy alması iddianameye yansıdı. Bu sırada Güneydoğu’da bulunan TSK komuta heyetinin Cumhurbaşkanının seçilme ihtimalinden rahatsız olduğu belirtilerek, İçişleri Bakanı Orhan Eren’nin anlatımlarına yer verildi: “Bir ara komuta heyeti dışarı çıktı. Sonra Org. Sedat Celasun’un gelerek 1 gün sonra Ankara’ya gitmek istediklerini söyledi. Orhan Eren’in endişeyi sezerek ne olduğunu sorması üzerine, Celasun Paşa “baksanıza adamlar

Cumhurbaşkanını seçiyorlar,” demesi üzerine Orhan Eren’in “endişe etmeyin paşam seçemezler, 303’te olsa seçemezler.” Bu konuşmalardan dönemin TSK komuta kademesinin yapmış olduğu darbe planının akamete uğramaması için, Cumhurbaşkanının seçilmesini istemediği ve siyasi istikrarsızlığı darbe yapmak için bir fırsat olarak gördüğü vurgulandı. Asıl amacın ise her halükarda darbe yapmak olduğu sonucuna varılmaktadır.

KONYA MİTİNGİNE SIZDILAR

İsrail’in 23 Temmuz 1980’de Kudüs’ü, İsrail’in ebedi başkenti ilan etmesi üzerine MSP tarafından 6 Eylül 1980’de Konya’da gerçekleştirdiği Kudüs mitinginin ayrıntıları da iddianamede yer aldı. 80 darbesine gerekçe gösterilen mitingde provokatörlerin laiklik aleyhine sloganlar attığı tanık beyanlarına dayanılarak aktarıldı. 6 Eylül 1980’deki Konya mitingi askeri darbenin liderleri tarafından ise “bardağı taşıran son damla” olarak görülmüştür. Askeri darbenin lideri şüpheli Kenan Evren 16 Eylül’de yaptığı ilk basın toplantısında mitingden şu şekilde bahsediyordu: “Konya olayları gericiliğin ne boyutlara ulaştığını göstermiştir. Milletimizin bu olay karşısında gözleri açılmış, tehlikeyi bütün boyutlarıyla görmüştür.” Darbenin planlayıcılarından Haydar Saltık’ın “Konya mitingi 12 Eylül’e gelinmesinde bardağı taşıran son damla olmuştur” ifadesine yer verilerek, “Mitingde MSP’nin Genel Başkanı olan Erbakan’ın komutuyla söylettiği İstiklal Marşı sırasında bazı şahısların ayağa kalkmamaları, olaydan sonra Erbakan ve Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler tarafından yapılan şikayetlerden bir sonuç alınmaması ve bu kişilerin irtica görüntüleri veren abartılı kıyafetleri dikkate alındığında MSP’li olmadığı, benzer provakatif eylemler için hazırlanmış, yapılacak darbede gerekçe kullanılacak kişiler olduğu sonucuna varılmaktadır” değerlendirmesinde bulunuldu.

BUGÜN

Etimesgut İşkence Davası(Bul​ut Projesi) BALYOZ dosyasına girdi.

Önce cezasını verdiler sonra savunma istediler

 

28 Şubat’ın ilham kaynağı Bulut Projesi kapsamında ‘irticacı’ diye bazı subaylara savunmaları alınmadan 28 gün hapis verilmiş. Bu subaylar daha sonra yalan makinasına bağlanıp savunmaları istenmiş.

BALYOZ Darbe Planı soruşturması kapsamında hazırlanan 2. iddianamenin ek delil klasörlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde 1987-1992 yılları arasında uygulanan ‘Bulut Projesi’ kapsamında ‘irticacı fişlemesi’ yapılan subayların yalan makinasına bağlandıklarına yönelik belgeler bulunmuştu. Savcı, yalan makinasına bağlanan eski askerlerin ifadesini aldı. Tanık askerler gördükleri işkenceyi anlattı.Proje kapsamında onlarca personelin önce cezalarının kesinleştirilerek tutuklandığı ardından ifadelerinin alındığı ortaya çıktı. Mağdurlar verdikleri ifadelerde yeni bir göreve gönderiliyormuş gibi tebligat aldıklarını ancak görev yerine gittiklerinde hücrelere konulduklarını belirtti. Dosyaya giren belgelere göre işkence odalarında yalan makinasına bağlanan mağdurlar, yalan söylemedikleri tespit edilmesine rağmen ordudan ihraç edilmekten kurtulamadılar.

Hava Kuvvetleri Komutanı emriyle

Ek delil klasörlerinde ‘mağdur’ olarak ifadesi yer alan emekli Yüzbaşı Engin Ocakçı’nın, Bulut Projesi kapsamında fişleme ve işkenceye uğradığına yönelik iddialarına ve proje sorumlusu 50 isim hakkındaki suç duyurusuna yer verildiği görüldü. İzmir’den atandığı Etimesgut 11. Hava Ulaştırma Ana Üs Komutanlığı’na gittiğinde ‘camları boyalı bir ambulans’la gözaltına alındığını ve pencereleri tahtayla kapatılmış bir odaya götürüldüğünü söyleyen Ocakçı, burada dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Siyami Taştan’ın imzasıyla 28 gün oda hapsine çarptırılma kararı verildikten sonra ‘irticai faliyetler’ gerekçesiyle savunma yapmasının istendiğini iddia etti.

Yalan makinasına bağlı sorgu

Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı Sebahattin Şatırel tarafından sorgulundığını, Poligraphy (yalan makinesi) testine tabi tutulduğunu belirten Ocakçı, sorgusunda kendisine ‘neden içki içmiyorsun’ diye sorulduğunu, kendisinin de sadece namaz kılan oruç tutan bir insan olduğunu, ancak irticai faaliyetler ile bağlantısının olmadığını ifade ettiğini savundu. Ocakçı’nın iddianameye giren ifadelerinde şöyle konuştu: “Beni sorgu odası olarak tabir edilen odadan başka bir odaya alıp önce bir sandalyeye oturttu. Göğsümü saracak şekilde elektort, parmaklarımda elekrotlar vardı. ‘Sana bir soru soracağız doğrusunu söyleyeceksin’ deyip karşımdaki tahtaya bir rakam yazıp bunu okumamı istedi. Ben de doğru şekilde okudum. Bana makinadan çıkan bir sonuç gösterip ‘bak doğruyu söylediğin için bu grafiklerden anlaşılıyor. Şimdi de yazdığımız rakamı mahsustan yanlış oku’ dedi. Ben de yanlış okuduğumda tekrar cihazdan çıktı alıp, ‘Bak nasıl nasıl garfikten anlaşılıyor. Bundan sonra hep doğruyu söyle yoksa anlarız.’ dedi. Ben de kendisini tanıdığımı ve hukuka aykırı işlem yaptıklarını söylediğimde korkmuştu.”

Sorgudan 3 ay sonra takdir aldı

İfadesinde oda hapsinde 28 gün boyunca gözleri kapalı bekletilip yalan makinasına bağlandığını belirten Üstteğmen Adem Cevizli ise bu süreç içinde ailesinin kendisinden haber alamadığını, sorgulundıktan 3 ay sonra görevindeki başarılarından dolayı başarı belgesi aldığını ancak 4 ay sonra ise TSK ile ilişiğinin kesildiğini söyleyerek proje sorumlularından şikayetçi oldu.

28 gün hapis otamatiğe bağlanmış

YAŞ kararları ile TSK ile ilişiği kesilen Astsubay Halil Yılmaz da görev yerinden Ankara’ya gönderildiğini, Etimesgut’ta bir odaya götürüldüğünü ve burada kendisine Hava Kuvvetleri Komutanlığının emri ile tutuklandığının söylendiğini anlattı. Halil Yılmaz da Engin Orakçı gibi tutuklandıktan sonra savunmasının istendiğini söyleyerek pencereleri kapatılmış bir odada 28 gün tutulduğunu anlattı. 4 kere gözleri bağlı olarak sorgulandığını belirten Yılmaz “Niçin Namaz kılma ihtiyacı hissettin” gibi sorular sorulduğunu kaydetti. 28 gün tutuklu kalan bir başka mağdur Harun Özdemir yalan testine istemediği halde tabi tutulduğunu 4 saat boyunca makinaya bağlı kaldığını anlattı.  BÜNYAMİN DEMİRKAN İSTANBUL

SENİ HADIM EDECEĞİZ

‘Zeki Müren gibi olacaksın’ tehdidi

ESKİ Binbaşı Mustafa Hacımustafaoğul- ları’nın ifadelerindeyse, 24 saat bir lambanın altında tutulduktan sonra irtica suçlamasıyla tutuklandığını söyledi. Tutuklu kaldığı 21 gün boyunca bulduğu boş kağıtlara not aldığını ve bunları serbest kaldıktan sonra günlük haline getirdiğini belirten Hacımustafaoğlu ifadesinde “Komisyon karşısında ifade verirken bir kasetten sürekli işkence gören insanların seslerini dinletiyorlardı. Seni de işkence heyetine teslim edeceğiz. Aynı şeyleri sen de yaşayacaksın, orada seni falakaya yatıracağız, seni tavana asacağız, cereyan verip seni hadım edeceğiz. Daha sonda da Zeki Müren gibi olacaksın dediler” şeklinde konuştu.

Kaynak : http://www.stargazete.com/politika/once-cezasini-verdiler-sonra-savunma-istediler-haber-404371.htm

“Minareleri Yıkın Ezanı Susturun !”

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 28 Şubat dönemi ile ilgili soruşturma başlatırken, post modern cuntanın dudak uçuklatan icraatları da deşifre olmaya devam ediyor.

Soruşturma kapsamında toplanan deliler arasında yer alan dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman tarafından yayınlanan genelgede, ordu birliklerinde bulunan cami ve mescitlerin kaynaklama suretiyle dikilen minarelerinin yıkılması, rütbeli personel ile sivil memurlar namaz kılmasının yasaklanması, tespih, takke ve cübbelerin toplatılması, mescit duvarlarında bulunan Kur’an ayetlerinin kaldırılması emrediliyor. Aynı genelgede işi daha da ileri götürüp Diyanet İşleri Başkanlığı’na soyunup fetva vermekten de geri durmayan Koman, vakit namazı kılmasını yasakladığı personele İslam dininin hoşgörüsüne sığınmasını tembihliyor.

NAMAZ YASAKLANACAK

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 12 Eylül darbesinin ardından bazı şikayet ve başvurular üzerine 28 Şubat darbe süreci hakkında soruşturma başlattı. 28 Şubat cuntacılarının başlattığı cadı avıyla ilgili Akit’in ele geçirdiği belgeler Koman’ın TSK’daki dikkat çekici uygulamalarını da deşifre etti.

28 Şubat döneminde aktif görev alan dönemin Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman tarafından yayınlanan 2052-10-96 nolu genelgede, askeri birliklerde bulunan camilerin yerine yenilerinin açılmaması emrediliyor. Genelgede mevcutlarda bulunan kaynaklama sureti ile dikilen minarelerin yıkılması, rütbeli personel ile sivil memur ve işçilerin bu mescitlere girişlerinin yasaklanması, birlik komutanlarının camilerde ezan okunmasını durdurması, ezan okumak için konulan tertibatın sökülmesi, manası bilinmeyen eski Türkçe (ayetler kastediliyor) yazılarla rahle, tespih ve takkenin de kaldırılması emrediliyor.

İŞTE “KOMAN HOCAEFENDİ”NİN FETVALARI

İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı başlıklı, 15 Şubat 1996 tarihli genelgenin müşterek hususlar konulu bölümünde şu ifadeler yer aldı: “Din ve inanç hürriyettir, ibadet bir ihtiyaç olmakla birlikte devlet mevzuatı resmi dairelerde cami ve mescit açılmasına cevaz vermemektedir. Mescitlere rütbeli personel ile sivil memur ve işçiler girmeyecek, bunlar dinimizin hoşgörüsüne sığınarak ibadetlerini evlerinde ve sivil kıyafetle olmak kaydıyla herkese açık camilerde yapacaklardır. Ancak gerek kışla gerekse dışarıda yapılacak ibadetlerde mesai saatlerine riayet esas alınacaktır. Kışla mescitlerinde ve camilerde ezan okunmayacak, bunun için askeri maksatla verilmiş ses kayıt cihazları kullanılmayacak, mevcutlar sökülerek yerlerinde kullanılacak, ezan dışarıdaki camilerden dinlenecek veya saatlere göre ibadet başlayacaktır.

ESKİ TÜRKÇE YAZILAR KALDIRILACAK

Mescit ve camilerde bulunan ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na mahsus imamların resmi kıyafetleri kullanılmayacak, imamlık görevi yapan kişiler normal er kıyafeti ile bu görevi yürüteceklerdir. Cami ve mescitlerde duvarlarda manası bilinmeyen eski Türkçe yazılar kaldırılacak, rahle, tesbih, takke gibi TSK Kıyafet Kararnamesi’ne uygun olmayan malzeme kullanılmayacaktır. Emrin bölük seviyesine kadar yayınlanması ve denetleme emirleri dosyasında muhafazasının tespit edilen hususlar için kontrol formu yapılarak eksiklerin kısa zamanda tamamlanmasını rica ederim. Teoman Koman Orgeneral Genel Komutan.”

Yeni Akit 

“Bütün itişmelerin kökeninde yatan vesayeti kaldırmak”

Demirel, Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının istifalarını ve YAŞ sürecinde yaşanan gelişmeleri değerlendirirken “Bizim düzenimizde bir yerde asker devletin vasisidir, öyle konmuştur. Şimdi bugün ne yapmaya çalışıyorsunuz? Bugün yapmaya çalıştığınız şey, bu vesayeti kaldırmak. Yani, bütün itişmelerin kakışmaların kökeninde yatan budur” dedi.
ANKARA (ANKA) – 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının istifalarını ve Yüksek Askeri Şura (YAŞ) sürecinde yaşanan gelişmeleri değerlendirirken “Bizim düzenimizde bir yerde asker devletin vasisidir, öyle konmuştur. Şimdi bugün ne yapmaya çalışıyorsunuz? Bugün yapmaya çalıştığınız şey, bu vesayeti kaldırmak. Yani, bütün itişmelerin kakışmaların kökeninde yatan budur” dedi.
Demirel, Eko Eneji dergisi genel yayın yönetmeni Mustafa Özcan Ültanır’a verdiği mülakatta gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantıları öncesi Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanlarının istifaları ve YAŞ’ta alınan kararları değerlendiren Demirel, “Olup bitenlere baktığınız zaman, Türkiye’nin bir yönetim sıkıntısı içinde olduğunu görüyoruz” dedi. Devletin atanmış ve seçilmiş kurumlarının ahenk içinde çalışması gerektiğini kaydeden Demirel, “Ama bizim ülkemizde görüyoruz ki, bu ahengi her zaman sağlayamıyoruz. Bunu sadece bugün için de söylemiyorum, genelde söylüyorum. Öyleyse, sıkıntılarımız nedir diye dönüp baktığımız vakit, mesele kural eksikliklerine geliyor. Şimdi, Türkiye yeni kurallar arıyor. Türkiye yeni anayasa arıyorsa, yeni kurallar arıyor demektir” diye konuştu.

-“BÜTÜN İTİŞMELERİN KÖKENİNDE YATAN VESAYETİ KALDIRMAK”-

Türkiye’deki askerlerin diğer memleketlerdeki askerden farklı bir geleneğe ve yetkilere sahip olduğunu, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinde, “Cumhuriyeti korumak ve kollamak Silahlı Kuvvetlere aittir” şeklinde hüküm yer aldığını belirten Demirel, şöyle devam etti:
“Dünyanın her tarafında, bir yerden sonra devlete müdahale eden asker şu sloganı kullanır; “Uçurumun kenarına geldik, çöküyoruz, kurtaralım.’ Uçurumun kenarına geldik çöküyoruz, kurtaralım, bu tamamen bir vasiliktir. Yani, bizim düzenimizde bir yerde asker devletin vasisidir, öyle konmuştur. Şimdi bugün ne yapmaya çalışıyorsunuz? Bugün yapmaya çalıştığınız şey, bu vesayeti kaldırmak. Yani, bütün itişmelerin kakışmaların kökeninde yatan budur.”

-“ASKER KENDİ MİLLETİ ÜZERİNDE VESAYET İDDİA ETMEZ”-

Vesayetin kaldırılabilmesi için anayasada ve kanunlarda gerekli değişikliklerin yapılması gerektiğini vurgulayan Demirel, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kim neyi yapacak, hangi yetkilerle yapacak, kime bağlı olarak yapacak? Bunların hepsini öyle bağlayacaksınız ki, sivil idare ve sivil demokrasi dediğiniz hadisenin hakkı verilmiş olsun. Bunu eninde sonunda Türkiye yapmak durumundadır. Hiç kimse alınmasın, gücenmesin. Asker, devletin askeridir, milli ordudur. Asker kendi milleti üzerinde vesayet iddia etmez, ona sahip çıkmaz, ama bir yere geldiğinizde, ülkenin iyi yönetilememiş olması ve sıkıntılar içine düşmesi, onu da rahatsız eder.”

-“TSK İKTİDARIN EMRİNDEDİR AMA İKTİDARIN KURUMU YAPILMASI BAŞKA İŞTİR”-

Demirel, “Uçurumun kenarına geldik, kurtaralım” eğiliminin sadece askerden kaynaklanmadığını, halkın devlete olan güveninin kaybolduğu bir yerde halkın talebi haline de gelebildiğine dikkat çekerek “Öyleyse, yapacağınız ayarlamaları ya da düzenlemeleri o şekilde yapın ki, bir ülke bu durumla karşı karşıya kalmasın” dedi.
Çağdaş devletlerde siyasi iktidarlar değişse de kurumların siyasi iktidara göre değişmediğini söyleyen Demirel, “Her siyasi iktidar, kurumları kendine göre değiştirmeye kalkarsa, sürtüşmeler doğuyor. Ama burada söyledik ki, Silahlı Kuvvetler meşru iktidarın emrindedir. Ancak, bu emrinde olma hadisesi başka bir iştir, kurumları kendi kurumu yapma hadisesi başka bir iştir” dedi.

-“MİLLET KENDİ VESAYETİNİ ÜZERİNE ALMALI”-

Demirel, siyasi iktidarla asker, yargıyla ilişkilerinin, ahenk içinde işleyecek şekilde yeni anayasada düzenlenmesi gerektiğini vurgulayarak “Millet kendi vesayetini kendi üstüne almalı. Zincirbozan’dan yazdığım mektupta, o günkü Milli Güvenlik Konseyi üyelerine, “Biz kimsenin milletin vasisi olmasını, velayet ve vesayetini kabul etmiyoruz’ dedim. Çünkü milletin hiç kimsenin velayet ve vesayetine ihtiyacı yoktur. O kabul edilemez. Burada bütün hikâye incitmeden, kırıp dökmeden yerlerine oturtarak, neden bunu alıyor diye kızmadan, bunları nasıl ortadan kaldırabiliriz diye yürümek lazım” diye konuştu.

-“İÇERİĞİNİ KONULMAZSA DEMOKRATİK ÖZERKLİK BİR HAYALDİR”-

Demirel, Demokratik Toplum Konseyi’nin demokratik özerklik ilanını da değerlendirirken şunları kaydetti:
“Demokratik özerklik diye bir kavram yok. Daha doğrusu, söyledikleri demokratik özerklik uygulanabilir bir şey değil. “Ben demokratik özerkim’ dediğin zaman, yani sen neyi yapacaksın? Bu ülkenin kanunlarına uymuyorsan, suç işlemiş olursun. “Demokratik özerkim’ diye ilân ettiğiniz zaman, bunu kime söylüyorsunuz? Kamuoyuna. Neyi yaparsanız demokratik özerk olacaksınız? Onları yapmaya kalktığınız zaman suç işlersiniz. Ülkenin kanunlarına aykırı şeyler yapmaya kalkarsanız suç işlersiniz. Kanun da sizi takip eder. Türkiye, kanunlarını uygulayabilecek güçte bir devlettir.”
Demirel, “Demokratik özerklik, içeriğini koymadıktan sonra bir hayaldir. Anayasalarda hayallere yer yoktur” dedi.
(ANKA)
(HH/ORH)