Arşiv

Posts Tagged ‘darbeciler’

BİR ANALİZ-YIL 1993

1993 yılı adeta dönüm noktası gibiydi. Rahmetli ÖZAL ölümünden önce hep 3 prensipten bahsederdi;

 

1.       Din ve vicdan hürriyeti,

2.       Düşünce hürriyeti,

3.       Teşebbüs hürriyeti,

 

Bu sözleri defalarca televizyondan kendi ağzından duymuştum. Aslında yıllar sonra geriye baktığımda çok da anlayamamışız diye hayıflanmışımdır. Bu iklim 1983 yılının sonundan itibaren (aslında 12 eylül 1980 darbesinden itibaren  etkinliği hiç azalmamış farklı bir liderdi) TÜRKİYE’nin kaderine ve geleceğine mühür vurmuş bir insanın önderliğinde tüm ülkeyi kuşatmıştı. Bizler de bu yumuşamayı TSK içinde açıkça hissediyorduk.

 

1991-1992 yılının seçim ortamlarında yaşanan o çekişmeli süreçte bile Cumhurbaşkanı olarak varlığını her zaman hissettirdi. Ama bir şeyler elinin altından kayıyordu ve işler istediği gibi gitmiyordu. Hatta son zamanlarda tekrar farklı bir parti kurarak yeniden icraatın başına geçme fikri içinde olduğunu artık bugün biliyoruz.

 

1993 yılı başında bir yerlerden düğmeye basıldı.  İlk 7 ayında neler oldu bir bakalım;

 

1.       Uğur MUMCU’nun öldürülmesi (24 ocak 1993),

2.       Musevi iş adamı Jak Kamhi’ye suikast düzenlenmesi(28 ocak 1993),

3.       Eşref BİTLİS’in uçağının düşmesi (17 şubat 1993),

4.       Özel Tv ve radyoların izinsiz yayın gerekçesi ile hükümet tarafından kapatılması (30 mart 1993),

5.       Turgut ÖZAL’ın Ölümü (17 nisan 1993),

6.       33 askerimizin BİNGÖL-ELAZIĞ karayolunda kuşuna dizilmesi (25 mayıs 1993),

7.       Madımak otelinin ateşe verilmesi, 37 kişinin ölümü (2 temmuz 1993),

8.       Erzincan Kemaliye ilçesi Başbağlar köyünün basılması, 33 insanın öldürülmesi (5 temmuz 1993)

9.       İsmail Hakkı KARADAYI’nın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmesi (29 temmuz 1993)

 

Ülke 7 ay içinde toz duman olmuştu. Kaostan hiç kimsenin ne söylediği anlaşılmıyordu. Kimsenin kimseyi dinlediği de yoktu. Toplum 10 yıl süren bir iklimden farklı bir iklime sokuluyordu. Toplum mühendisleri yeni elbiseyi çok güzel dikmişlerdi.

 

Görev yaptığım süreçte 6 yıl boyunca Milli Güvenlik derslerine girdim. Öğrencilere ülkemizin yumuşak karnından bahsederken kullanılabilecek  3 argümandan bahsederdim.

 

1.       Türk-Kürt kardeşliğine zarar vermek,

2.       Laik-Anti laik cephelere ayırmak,

3.       Sunni-Alevi kardeşliğini bozmak.

 

Şimdi yukardaki olaylara bir daha bakalım. Uğur MUMCU cinayetinde ANKARA’da bir anda yüzbinler irticaya karşı yürüyüş yaptı. 33 askerimizin ölümü belki de PKK mücadelesinde çözüme en yakın olunduğu andı. Madımak, Başbağlar olaylarını anlamak için arif olmaya gerek yok.

 

Ve yeni KKK için ortam hazırdı. İrtica 1 No.lı tehditti. Kışlalara emirler gelmeye, konferanslar verilmeye başlanmıştı. Önce fişlemeler, sonra raporlamalar, sürgünler, baskılar, aşağılamalar, ihraç, kararname ile tard ya da zorunlu istifa/emeklilik süreçleri. Tüm yurtta TSK içinde Özal döneminin izleri silinecekti. Buna kesin karar verilmişti. Bir bir uygulanıyordu…

 

Bu süreçte kendilerince “islahı gayri kabil “ olarak addedilen bu güzel insanlar bir anda kendilerini dışarda buldu. Bilinmeyen bir dünya idi. Askerlikten başka bir şey bilmiyorlardı. Çoluk-çocuk gailesi, iş sıkıntıları, psikolojik travmalar, aileden-dosttan dışlanmalar… Ama yılmadılar, bir gün ASDER adında bir dernek kurulduğunu duyduk. Sesi cılızdı ama o cılız sesi bir gün tüm TÜRKİYE duyacaktı. Çünkü bu ses hakkın, mazlumun sesi idi.  Muztar kalanın duası arşa perdesiz çıkardı. Rabbim mutlaka bu duaya icabet ederdi. Belki mühlet verirdi ama ihmal etmezdi. Çünkü Efendimiz (SAV) böyle buyurmuştu.

 

Şimdi “islahı gayri kabil” olarak addedilen bu güzel insanlar inşallah TSK’yı da islah ediyor. Bu arkadaşlarımızın haklı mücadelesi ve müspet hareketi atom bombası gibi tesir yaptı. Eminim ki  bizi dışlayan en zındık düşüncenin sahibi bile şu anda “keşke bu islahı gayri kabil insanları içimizde tutsaydık da bu günleri görmeseydik” diyor. Ama fayda yok; “Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner”

 

Şimdi yeni bir süreç başlıyor. Sayın Başbakanımız ile Sayın Genel Kurmay Bakanımızın baş başa yaptığı görüşmelerden sonra Sayın Genel Kurmay Başkanımız’ın yapmış olduğu açıklamaları sanki Ordu’nun milletle barışması için yeni bir zemin arayışı gibi görüyorum. Hepimiz bu dönemde Ordunun şahsı manevisini rencide etmeden sürece katkıda bulunmalıyız diye düşünüyorum.  Adeta TSK bir el uzatmak istiyor. Karşı el mutlaka biz olmalıyız. Çünkü başka el yok. Zaten onlar ellerini kapatmışlar. Ben inanıyorum ki;

 

İnşallah yeni bir süreç başlayacak ve kışlalarımızda ezan sesleri duyulacak, namazlar kılınacak, isteyen Subay Astb. hanımın başını örtebilecek, isteyen içki içmeyecek…

 

Çok mu iyimserim. 1993 yılına tekrar bakalım. 20 sene milletler tarihinde çok zaman değil.  Ahir zamandayız. Her şey def’i ve ani oluyor.

 

Rabbim kara bulutlarla kaplı göğün güzel yüzünü bir saatte içinde bize gösterdiği gibi bu zulmet bulutlarını da bir anda dağıtır, kahraman ordunu dizginlerini tekrar eline alır.

 

Allah’a emanet olunuz…

 

Ekrem ATA

Kategoriler:ADALET, ASDER, tsk Etiketler:, ,

Evren’nin Darbe savunması

Evren ve Şahinkaya, savunmalarını “kırmızı kitap” halinde mahkemeye verdi. Evren ve Şahinkaya, “Darbe yapmak suç mu bize bildirin” dedi.

12 Eylül darbesi davasının görülmesine 15 gün kala, “darbe” suçundan “ağırlaştırılmış müebbet” istenen emekli Orgeneral Kenan Evren ve emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya savunmalarını verirken hukuka sığındı.

Evren ve Şahinkaya, savunmalarında “Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve üyesinin soruşturulmaya ve yargılanmaya kalkışılamayacağını” vurgularken, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bizzat Anayasa hükümleriyle en yüksek hukuki güvenliğe sahip kişilerin, yetkisiz, yani fiil, yani hukuka aykırı yani keyfi soruşturulmaları, yargılanmaları, bu kişilerin hukuki güvenirliklerinin keyfi olarak çiğnenmeye kalkışılması demektir” dedi.

Evren ve Şahinkaya mahkemeye, “Darbe yapmak suç mu bize bildirin” çağrısında bulundu. Darbenin geride kalan iki ismi Evren ve Şahinkaya, “Uygar ülkelerde kurucu iktidar olmak fiilini cezalandıran bir hükme rastlanmış değildir” dedikleri savunmalarında, “İhtilalleri ahlaki bulmamak başka şeydir, ihtilalleri yargılamaya kalkışmak başka şeydir. Buna restorasyon denmektedir. Bu, öğretide ihtilalcinin bir başka ihtilalci tarafından yargılanmasıdır” görüşünü dile getirdi. Toplam 160 sayfadan oluşan ve “kırmızı kitapçık” halinde sunulan savunmada, açılan davadamahkemenin “yetkisiz” olduğu belirtilerek, iddianame ve yargılama için “Herhalde bu Türk icadıdır” denildi.

‘İHTİLALCİNİN İHTİLALCİYİ YARGILAMASI’

*İddianamede güdülen mantık, azı cezalandıran bir kanunun, çoğu da cezalandırdığını ileri sürerek, ihtilale veya darbeye teşebbüsü tamamlanmış suç gibi görerek, kanunun suç saymadığı bir fiilden faillerin cezalandırılmasının istenmesidir.

*İsnat edilen suçun tamamlanmış şekli yok ki, teşebbüsü olsun. Uygar ülkelerin ceza kanunlarında kurucu iktidar olmak fiilini cezalandıran bir hükme rastlanmış değildir. Herhalde bu Türk icadıdır.

*İhtilalleri ahlaki bulmamak başka şeydir, ihtilalleri yargılamaya kalkışmak başka şeydir. Buna restorasyon denmektedir. Bu, öğretide ihtilalcinin bir başta ihtilalci tarafından yargılanmasıdır.

TÜM UYGULAMALAR HÜKÜMSÜZ SAYILIR

Anayasa’nın geçici 15. maddesinin değiştirilmesiyle yargılama yolunun açılmasının “değişen kanun sanık lehinedir” hükmüne aykırı olduğu belirtilen savunmada, buna itibar edilmemesine rağmen yine de mahkemenin kendilerini yargılama “yetkisinde” olmadığı öne sürüldü. Evren ve Şahinkaya’nın avukatı Bülent Acar tarafından yargılamanın yapılacağı Ankara Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verilen savunmada, şöyle denildi: “İddianamenin mantığına göre, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve bu Anayasa’yla kurulan anayasal düzen hukuken mevcut değildir. Bunun zorunlu sonucu olarak, hukuken mevcut olmayan, 1982 Anayasası’ndan görev ve yetki alan yasama, yürütme, yargı organlarının her türlü ulusal ve uluslararası kamusal tasarrufları da hükümsüz olacaktır.”

‘HUKUK HERKESE GEREK’

*Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve üyesinin yargılanmaya kalkışılması demek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bizzat Anayasa hükümleriyle en yüksek hukuki güvenliğe sahip kişilerin, hukuki güvenirliklerinin keyfi olarak çiğnenmeye kalkışılması demektir.

*Unutulmamalıdır ki, ülkenin Anayasa’sıyla hukuki güvenilirliklerin çiğnendiği bir ülkede yaşayan herkesin hukuki güvenliği de aynı biçimde çiğnenebilecektir. Hukuk bugün Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve üyesi için, yarın da herkes için gerekli olabilecektir.

‘ABD’YLE İLİŞKİLENDİRMEK FANTEZİ’

Mahkemenin ‘zamanaşımı’ kararı vererek iddianameyi düşürmesi gerektiği belirtilen savunmada, savcılığın suçun mağduruyla suçtan zarar gören kavramlarını karıştırdığı iddia edilerek şöyle denildi: “12 Eylül Askeri Harekâtı’nın, TSK, derin yapıların veya ABD’nin veya belirsiz gizli güçlerin güdümünde işlendiği iddiası, bir fanteziden ibarettir.”

‘12 EYLÜL – 27 MAYIS KIYASLAMASI’

*İddianamedeki iddianın mantığına göre, ihtilali veya darbeyi yapan fiili güç, hep fiili güç olarak kalmaktaysa, 27 Mayıs 1960 tarihinde ihtilal veya darbe yaparak Milli Birlik Komitesi adını alan askeri fiili güç de, hukukilik kazanamaz ve kurucu iktidar olamaz.”

‘TEŞKİLATI ESASİYE DE GEÇERLİ’

*1961 ve 1982 anayasalarıyla bu anayasalarla kurulan anayasal düzenler ve bu anayasalardan yetki alınarak yapılan her türlü yasama, yürütme, yargı işlemleri hükümsüzdür. İddianamenin iddia mantığı ve hukuku geçerliyse, bugün için yürürlükteki Anayasa, 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu- ’dur. İddianamedeki mantık geçerliyse, 26.05.1960 tarihinden sonraki her türlü kamusal işlem, yetkisini 1924 Anayasası’ndan almadığı için hükümsüzdür. İddiadaki bu düşünce doğru ve geçerliyse, şu anda iddianameyi kabul ederek yargılama yapmakta olan mahkemenin, her türlü işlemi de, zorunlu olarak hükümsüzdür.”

‘DARBE SUÇ MU?’

Savunmanın sonuç bölümünde mahkemenin yetkisiz olduğu belirtilirken, kamu davasının da yok hükmünde olduğu ileri sürüldü. Evren ve Şahinkaya, “Darbe yapmanın suç olup olmadığının tespit edilmesini”, böyle bir suç varsa kendilerine bildirilmesini istedi. Davanın reddedilerek, dosyanın ilgili makama iadesini isteyen Evren ve Şahinkaya, dosyadaki dava dışı bulguların tamamının ayrılmasını istedi. Savunmanın son bölümünde, “Hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde erk yokluğu/ yetkisiz olarak kurucu iktidar olan Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve üyesinin, yani ihtilalcinin yargılanmaya kalkışılmasının ‘restorasyon fiili’ olacağının, bu durumun ihtilalcinin bir başka ihtilalci tarafından yargılanması demek olacağının göz önünde bulundurulmasına karar verilmesini istiyoruz” denildi.

Habertürk

Kategoriler:ASDER, kanun, tsk Etiketler:,

Hava Kuvvetleri’nde skandal!

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda görevli sivil bir memur “inşallah, maşallah” dediği için fişlendiği ve evinde yapılan aramalarda bulunan Kur’an-ı Kerim’e, “dini bilgiler” ihtiva ettiği(!) gerekçesiyle el konulduğu ortaya çıktı.

28 Şubat sürecinin skandal uygulamalarının ardı arkası kesilmiyor. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda 2001-2004 yılları arasında skandal bir fişleme yapıldığı ortaya çıktı. Akit’in ele geçirdiği 2001 ve 2004 tarihli belgelere göre Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1. Füze Grup Komutanlığı’nda görev yapan muhafazakar bir sivil memurun adım adım izlendiği belirlendi.

CUMA NAMAZINA GİTTİĞİ KONUSUNDA DUYUMLAR ALINDI

14 Kasım 2001 tarihli ve üzerine “Kişiye Özel” notu düşülen 3590-81-01/Isth.191 sayılı ve “Sivil Memur ve Ailesi” konulu belgede Personel Şube’de görevli Personel İşleri Memuru’nun titizlikle takip edilmesi isteniyor. Grup Komutanı Albay Ali İşçi’nin imzasını taşıyan belgede, personel hakkında, “Müteakip zamanlarda yapılan kontroller sırasında, terminoloji olarak genelde, dini terimleri çoğunlukla kullandığı; (İnşallah, Maşallah gibi). Özellikle spor saati olan Cuma gününün öğlen vakitlerinde komutanlık birimlerinde görünmeyip spora katılmadığı, daha önce hakkında irticai faaliyetler de bulunduğu tespit edilen sivil işçinin Cuma namazına gittiği konusunda duyumlar alındığı” şeklinde ifadeler yer alıyor.

KIZINA NİYE RÜVEYDA İSMİNİ VERDİ?

Belgeye göre komutanların, personelin kız çocuğunun ismine bile karıştıkları anlaşılıyor. Belgede, “Anılan personelin aksaklığa sebebiyet verecek durum oluşturmadan araştırılması, özellikle eşi ve birinci derece ailesi hakkında gerekli takibatın yapılması, yeni doğan kızına Rüveyda ismini niçin verdiği, şahsi dolabındaki eşyaların envanter dökümlerini periyodik aralıklarla yapılarak, yazılan tutanakların ivedilikle üst istihbarat şubeye gönderilmesi” isteniyor.

Söz konusu emrin birinci sicil amirinin gözetiminde titizlikle uygulanması ve cevap yazısının derhal gönderilmesi isteniyor.

ZİYARET ADI ALTINDA BASKIN

Söz konusu sivil memur hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1’nci Füze Komutanlığı’na gönderilen 3590-23-04/isth267(82) sayılı belgeye göre irticai faaliyet takibine alınan memurun evine Kurmay Albay Kazım Çalışır, Binbaşı Kenan Altuğ ve Astsubay Çavuş Engin Ergün tarafından 3 Eylül 2004 tarihinde “ziyaret” adı altında baskın düzenlendiği anlaşılıyor.

KUR’AN-I KERİM’E EL KOYMUŞLAR!

Belgeye göre yapılan baskında irticai envanterlere rastlanıldığı belirtilerek, şu ifadeler yer alıyor: “1-Eşinin tüm uyarılara rağmen çağdaş olmayan kıyafetlerle dolaştığı. Kıyafet konusunda değişimin mümkün olmadığı, 2-Bahisle adı geçen irticai kitapları; başta Kur’an-ı Kerim yasak yayınlar listesinde bulunmadığı ancak dini bilgiler ihtiva ettiğinden el konulmasının yerinde olduğu, 3- Evinde alenen teşhir ettiği yazma eserlerin (1947 yılı el yazma Allah Hattı) irticai propaganda kapsamında olduğu, anılan personelin bu envanterleri bilerek ve isteyerek bulundurduğu yönünde kanaat oluşturduğu.” Toplanan Kur’an’ın akıbeti belirsiz.

İRTİCAİ TABLO ELE GEÇİRMİŞLER!

Belgede söz konusu personelin takibinin sıkılaştırılması, atıl görevlere atanması, diğer TSK personeli ile koordinesinin en alt seviyeye indirilmesi, 3 yıldır süren araştırmada sona gelindiği ve bunun ilgili personele yansıtılmaması gerektiği belirtiliyor. Belgenin ekinde ise söz konusu personelin evinde yapılan aramalarda 22 adet irticai menşeli kitap ve 1 adet dini içerikli Çağrı filmi, 3 adet irticai şüpheli kıyafet, 7 adet irticai şüpheli tablo ve 1 adet de personele ait kendi el yazısı ile doldurulmuş günlüklere el konulduğu anlaşılıyor.

ŞÜKRÜ MACUN / AKİT

Kategoriler:ASDER, hukuk, tsk Etiketler:, ,

Kermes mağdurları kışla yolu gözlüyor

28 Şubat sürecinde başörtülü eşleri kermese katılmadığı için “Laiklik karşıtısın” denilerek TSK’dan re’sen emekli edilen subay ve astsubayların mağduriyeti sürüyor. Referandumda kabul edilen ‘geri dönüş yasası’na rağmen, kanunun kendilerini kapsamadığı gerekçesiyle Savunma Bakanlığı’nın ‘red’ cevabı verdiği 1991 asker, iade-i itibar için yasa kapsamına alınmak istiyor.

LHAN TOPRAK / ANKARA
Türk Silahlı Kuvvetleri’nden “re’sen” emekli edilenler 2010 yılındaki anayasa değişikliği referandumu sonrası mağduriyetleri gideren yasa maddesinin kendilerine de uygulanmasını istiyor. 28 Şubat sürecinde ‘mütedeyyin’ oldukları gerekçesiyle kararnamelerle TSK’dan ilişiği kesilen (re’sen emekli edilen) mağdurlar haklarını aramak için gittikleri Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nden de (AYİM) elleri boş dönüyor.

Astsubay Yavuz Sulumeşe, eşi çay partileri ve kermese katılmadığı gerekçesiyle eski Gelibolu Garnizonu 2. Kolordu Komutanı ve ‘Balyoz’ sanığı Engin Alan’ın istemi ve eski 1. Ordu Komutanı ve Balyoz sanığı Çetin Doğan’ın talimatıyla re’sen emekli edildi. Yargı denetimine açık idari işlem ve bakan onayı ile emekli edilen Sulumeşe, hakkını aradığı AYİM’den de eli boş döner. Sulumeşe durumunu özetleyen bir mektubu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da göndererek sorunlarının çözülmesi için yardım ister.

‘ÇAĞDAŞ OLMAYAN KIYAFET’

Eşi çağdaş kıyafet giymediği gerekçesiyle soruşturma geçiren Yavuz Sulumeşe, ailesi ile birlikte hiçbir sosyal faaliyete katılmadığı için uyarı cezası alır. İstihbarat Yüzbaşı İ.K. tarafından el yazısı ile 20 Mayıs 1998 tarihinde bir uyarı yazısı daha alan Sulumeşe’ye şöyle denilir: “Eşinizin çağdaş kıyafetli olmaması nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ni temsil yeteneğinin bulunmadığı üzüntüyle tespit edilmiştir. Bu tutumunuz nedeniyle sizi uyarıyorum. En kısa sürede bu durumu düzeltmenizi arz/rica ederim.”

‘EŞİNİZ NİYE ÇAYA GELMEDİ?’

Üstçavuş Yavuz Sulumeşe, eşi başörtülü olduğu için 2 yıl boyunca sürekli savunma vermek zorunda bırakılır. Mayıs 2000’de Sulumeşe’ye gönderilen bir yazıda eşinin çay, kermes gibi sosyal etkinliklere katılmadığı için savunması istenir. Piyade Kıdemli Yüzbaşı M.K.A. tarafından gönderilen yazıda “Tugay içinde yapılan çay, kermes vs. sosyal etkinliklere eşinizi göndermediğinizi tespit ettim. Neden göndermediniz?” denilerek savunması istenir.

BAŞÖRTÜSÜ ATILMA NEDENİ

TSK’ya girdiği 1993 yılından 2002 yılına kadar 12 takdir belgesi alan Sulumeşe, 22 Ağustos 2003 tarihinde re’sen emekli edilir. Buna itiraz eden Sulumeşe, AYİM’de dava açar. Burada hukuka aykırı işlemleri tek tek sıralar. Pikniğe gitmediği için uyarı cezası alan Sulumeşe’ye 10 Kasım Atatürk’ü anma etkinliğine katıldığı halde katılmadığı iddia edilerek uyarı cezası verilir. Ancak 10 Kasım törenlerine gerçekten katılmayan 8 personel hakkında ise tek bir eşlem dahi yapılmaz. Sulumeşe’nin emekli edilmesinin gerçek nedeninin ‘eşinin başörtüsü’ olduğu askeri hastane baştabipliğinin Kasım 2002 tarihli emriyle de kesinleşir.

 

Mağduriyet giderilsin

Yavuz Sulumeşe’yi re’sen emekli eden TSK’yı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) de haklı buldu. AYİM’in öne sürdüğü gerekçe ise Sulumeşe’nin “Laiklik karşıtı tutum ve davranışlara son vermemesi” idi. 28 Şubat’ın diğer mağdurları gibi Yavuz Sulumeşe de, kendilerinin 6191 sayılı yasa kapsamına alınmasını bekliyor. Sözkonusu kanuna şuana kadar Milli Savunma Bakanlığı nezdinde 4606 başvuru yapıldı. Bunların 1518’i Yüksek Askeri Şura kararıyla TSK’dan ilişikleri kesilenler olduğu için kabul edildi. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle TSK’dan ilişiği kesilen 80 astsubay/subayın da başvurusu kabul edilerek iade-i itibarda bulunuldu. TSK’dan, disiplinsizlik sebebiyle re’sen emekli edilen ve 6191 sayılı kanundan faydalanmak isteyen 1991 kişinin başvurusu ise “Yargı yolu açık bir idari işlem sonucu ilişikleri kesildiği” gerekçesiyle reddedildi. Re’sen (zorunlu şekilde) emekli edilerek TSK’dan ilişiği kesilen Üstçavuş Yavuz Sulumeşe gibi yaklaşık 2 bin kişi, kararların yeniden gözden geçirilmesini istiyor.

 

KAYNAK : http://yenisafak.com.tr/Gundem/?t=18.12.2011&i=357385

Kategoriler:ASDER, ayim, kanun, tsk Etiketler:, , , , ,

Işık Koşaner bir ilk olacak!

Ankara Özel Yetkili Savcılığı, eski Genelkurmay Başkanı Koşaner’in internete düşen ses kaydıyla ilgili soruşturma başlattı. Koşaner, “Sözlerim itiraf değil, özeleştiridir” demişti…

 

Görev süresi dolmadan istifa eden eski Genelkurmaybaşkanı Orgeneral Işık Koşaner’in internete düşen ses kaydı ile ilgiliAnkara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nca soruşturma başlatıldı. Savcı, bilgi istediği MİT ve Emniyet’ten gelecek cevabın ardından Işık Koşaner’in ifadesine başvuracak. Böylece Koşaner,TürkiyeCumhuriyeti tarihinde şüpheli olarak ifadesine başvurulan ilk Genelkurmay Başkanı olacak. Koşaner kayıttaki sözlerinin “itiraf” değil, tamamen bir “özeleştiri” olduğunu söylemiş ve “İddia edilenin aksine ifadelerde hukuka aykırı, hukuk dışı, tek bir cümle yoktur” demişti. Askeri mahkeme ‘dost mayın’ davasında, kayıtlarda “Kontrolsüz mayın döşedik” diyen Koşaner’in ifadesine gerek görmezken Ankara Cumhuriyet Savcılığı söz konusu ses kaydı ile ilgili soruşturma açtı. Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik’in şikayet dilekçesi üzerine harekete geçen savcılık dilekçeyi işleme koydu. Soruşturma 2011/1042 numara ile kaydedilirken, dosyaya bakmak üzere Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Cemil Tuğtekin görevlendirildi. İstanbul’da aynı konuyla ilgili bir soruşturma yürütenİstanbulÖzel Yetkili Savcı Muammer Akkaş da elindeki dosyayı Ankara’ya gönderdi. Bu dosya da 2011/1042 numaralı soruşturma ile birleştirildi. Dosya üzerinde çalışmalarına başlayan Savcı Tuğtekin, Koşaner’in de kabul ettiği ses kaydı ile ilgili Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan (MİT) ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan bilgi istedi. MİT ve Emniyet, ses kaydı ile ilgili yapacakları araştırma sonrasında Savcı Tuğtekin’e bilgi verecek. Savcı Tuğtekin’in, soruşturma kapsamında önümüzdeki günlerde Işık Koşaner’in ifadesine başvuracağı öğrenildi. Konuyla ilgili olarak SABAH’a bilgi veren Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik’in avukatı Berrin Yeşilyurt şunları söyledi:

İFADE VERECEK

“Müvekkilimin, Işık Koşaner’in internete düşen ses kaydı ile ilgili İstanbul Ümraniye Cumhuriyet Savcılığı’na 25 Ağustos’ta verdiği şikayet dilekçesi Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından işleme konulmuş ve soruşturma numarası verilmiştir. Müvekkilim, dilekçesinde söz konusu ses kaydıyla organize bir suç işlendiğini, Koşaner’in de bu suça iştirak edip göz yumduğunu belirtmiştir. Soruşturmayı yürüten Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Cemil Tuğtekin ses kaydı ile ilgili MİT’ten bilgi istemiştir. Savcı Bey ilerleyen günlerde şüpheli olarak Işık Koşaner’in ifadesinin alınacağını söyledi.”

‘BİZİMKİLER MAYIN DÖŞEMİŞTİ, BAŞIBOŞ BIRAKIP GİTMİŞLER’

Işık Koşaner’in tartışılan ses kaydı, Malatya 2. Ordu Komutanlığı’nda bir grup subay ve astsubaya yaptığı konuşmadan oluşuyor. Koşaner o konuşmasında şunları söylemişti:

* Yasaların, yönetmeliklerin dışında hareket ettik. Bazen etmemiz gerekiyordu bazı dönemlerde. Ama bunu yol yaptık hep öyle olacak zannettik. Öyle devam ettik ve hakkımız olmayan bazı imkanları kullandık. Hiçbir şey artık gizli değil.

* Bunları (Mayınları kastediyor) kim döşemiş? Biz. Şimdi ben desem ki yetkililere ‘Yav bizimkiler mayın döşemişlerdi 10 sene evvel, 20 sene evvel, başıboş bırakıp gitmişler. Ne derler? ‘Döşerken aklınız nerdeydi’ derler.

* Küçük birlik seviyesinde sevk ve idarede çok zayıfız. Kol komutanı adamı sevk idare edemezse iş kopar. Benim tim komutanı diye koyduğum arkadaşım mevzide silahını bırakıp da kaçarsa biz bu işi yürütemeyiz. Tabii ki mevzimiz çöker, zayiat veririz. Rütbesi de var kolunda. İki tane adam geliyor karşıdan, 30 kişiyi kaçırıyor geri gidiyoruz. Yav rezalet. Olacak şey değil.

* Tim komutanı personelini göreceği yerde bulunur. Sesle, varsa telsiziyle timinin adamlarını tek tek sevk idare eder. Öyle oluyor mu? Nadiren böyle oluyor. Çoğu yerde ‘çat pat’ dediği zaman o oraya bu buraya birkaç gözü kara arkadaş dayanıyor. Lider pozisyonunda olanlar piyasada yok. En acısı da silahını bırakıp gidenler. Roj TV silahın numarasını da beraber gösteriyor. Ben olsam o rütbelinin yerine, insan içine çıkmam.

* Dilimin ucuna geliyor söylemek istemiyorum. Böyle timi mimi sahip olmazsa, orada bir karaltı görür tak diye ateş eder, başlar sesi duyan herkes ateş etmeye, basıldık diye. Bir masum erimizi alnından pat diye vururuz. Kabahatli biziz.

SABAH GAZETESİ