Arşiv

Posts Tagged ‘aym’

Askerî İhaleler Anayasa Mahkemesi’nde

1998 ile 2002 yılları arasındaki ihalelerin kanunsuz ve keyfî bir şekilde yapıldığını belirten Boynueğri, Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Çevik Bir’le birlikte 11 emekli komutanın yargılanmasını talep etti.

26 yıldan beri Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nda görev yapan Elektronik Mühendisi Ahmet Necip Boynueğri, 28 Şubat dönemindeki askerî ihalelerin incelenmesi için ‘Yüksek Mahkeme’ye başvuruda bulundu.

Referandumla kabul edilen Anayasa değişikliğinin ardından Yüksek Mahkeme’ye 28 Şubat dönemindeki askerî ihalelerin araştırılması için başvuruda bulunulduğu ortaya çıktı.

KOMUTANLAR YARGILANSIN

Mahkemeye verilen dilekçede eski Genelkurmay başkanları Hüseyin Kıvrıkoğlu, Yaşar Büyükanıt, eski Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ve eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un da aralarında bulunduğu 11 ismin yargılanması talep ediliyor. Başvurunun sahibi ise kurulduğu 1985 yılından bu yana Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nda görev yapan Elektronik Mühendisi Ahmet Necip Boynueğri.

HANGİ İHALELER VAR?

Daha önce Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul özel yetkili cumhuriyet savcılarına da gönderilen dosya, 28 Şubat döneminde Çevik Bir’le başlayan ve 2002 yılına kadar süren askerî harcamaları kapsıyor. İhalelerin, denetimden uzak, kanunsuz ve keyfî bir şekilde çeşitli şirketlere ‘adrese teslim’ yöntemiyle verildiği öne sürülüyor. Böylece hem millî sanayinin zaafa uğratıldığı hem de ülkenin milyonlarca dolarının israf edildiği belirtiliyor. F-4, F-5 savaş uçakları ve M-60 tank modernizasyonunun yanı sıra ATAK helikopterleri projesi ile Modern Tank projesi de bu ihaleler arasında yer alıyor.

Anayasa Mahkemesi’nin göreviyle ilgili yasa, 2012’de yürürlüğe gireceği için söz konusu dosya şimdilik beklemede tutuluyor. Boynueğri’ye gönderilen cevabî yazıda süreç tamamlanır tamamlanmaz dosyanın işleme konulacağı bildirildi.

12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliği referandumuyla getirilen yeniliklerden biri de Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkı idi. SSM uzmanı Ahmet Necip Boynueğri, referandumdan 2 gün sonra Yüksek Mahkeme’ye giderek ilk başvuruyu yapanlar arasında yer aldı. Aslında mahkemeye sunduğu dosya, yeni bir dosya değildi. Daha önce 21 Temmuz 2006 tarihinde Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulunmuştu. Buradaki dikkat çekici nokta, suçlanan isimlerden Yaşar Büyükanıt’ın, o sırada Genelkurmay başkanı olmasıydı. Dosya Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi. Fakat orası da ‘görevsizlik’ kararı ile dosyayı yeniden Genelkurmay Askeri Savcılığı’na iletti. Oradan da ‘soruşturmaya gerek görülmediği’ kararı çıktı. Bunun üzerine 23 Eylül 2008 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı’na başvurdu fakat oradan da ret cevabı aldı. Boynueğri, değişen AB mevzuatından yola çıkarak 13 Mart 2009 tarihinde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne bir kez daha suç duyurusunda bulundu. Fakat buradan da netice alamayınca referandumun sağladığı imkandan faydalanmak istedi ve Yüksek Mahkeme’ye müracaat etti.

Dilekçede, Kıvrıkoğlu Genelkurmay başkanlığı, Çevik Bir ve Büyükanıt Genelkurmay 2. başkanlığı, Şener Eruygur da Milli Savunma Bakanlığı müsteşarlığı dönemleriyle suçlanıyor. Bu 4 ismin haricinde hakkında suç duyurusunda bulunulan isimler şöyle: Eski SSM müsteşar yardımcıları emekli Tümgeneral Zati Ergül, emekli Tümgeneral Özer Altınışık, emekli Tuğgeneral Ünal Tamgaç, emekli Tuğgeneral Celal Gürkan, emekli Albay Hüseyin Özeri, eski SSM ATAK Proje Müdürü emekli Albay Ali Güzey ve eski SSM Genel Sekreteri emekli Albay Mehmet Erkan.

Dosyadaki iddiaya göre, bu isimler organize bir şekilde askerî projelere ve ihalelere müdahale etti. Süreç, Çevik Bir’in 1996 yılında ilan ettiği ’25 yılda 150 milyar dolarlık savunma tedarik programı’ ile başladı. Çevik Bir, bu hamlenin sekteye uğramaması için sürece doğrudan müdahil oldu. Önce SSM’yi lağvetmek istedi. Daha sonra Müsteşarlık’taki kritik görevlere kendine yakın isimleri getirtti. İşte bu isimler hakkında suç duyurusunda bulunulan diğer kişiler oldu. Bu süreç, Kıvrıkoğlu döneminde de devam etti. Böylece istenen her karar ‘acil’ ve keyfi bir şekilde çıkarıldı. Kararlarda siviller devre dışı bırakılarak tamamen askerler etkili hale getirildi. Milli sanayii geliştirecek projeler askıya alınarak yerine yurtdışından ‘hazır alım’ yöntemi uygulanmaya başlandı. İddialar bunlarla da sınırlı değil. Başvuruya göre, yurtiçinde rekabete dayalı ihale imkanı olan projeler, en iyi teklifi veren firmalara değil askerlerin yönetiminde bulunan (OYAK ve OYTEK gibi) belli firmalara ihaleye çıkılmadan verildi. Örneğin ‘Tugayların Otomasyonu’ ve ‘Akıllı Kart’ projeleri ihaleye çıkılmaksızın OYTEK’e yaptırıldı. Aynı şekilde GENESİS ve YARASA projeleri de HAVELSAN ve STM firmalarına aktarıldı. Bir diğer iddia da Modern Tank (AMT) ve taarruz helikopteri (ATAK) proje gruplarına müdahale edildiği, tank modernizasyonu proje grubunun bütün itirazlarına rağmen ihaleye bağlandığı ve bazı helikopter projelerinin de MSB Müsteşarlığı üzerinden doğrudan alım yöntemiyle tamamlandığı yönünde.

Mahkeme ne yapacak?  

Anayasa Mahkemesi’nin görevleriyle ilgili yasa 2012 yılında yürürlüğe gireceği için Boynueğri’nin başvurusunda olduğu gibi bireysel başvuru dosyaları da şimdilik beklemede. Anayasa değişikliğiyle birlikte Genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanlarının, görevleriyle ilgili suçlar dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nde Yüce Divan sıfatıyla yargılanmasının önü açılmıştı. Alt rütbedeki diğer komutanlar ise bu kapsamda bulunmuyor. Ancak aynı iddialarla suçlandıkları için bu komutanlarla ilgili dosyanın da Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülüyor.

Zaman 

Kategoriler:ASDER, hukuk, kanun, tsk Etiketler:, ,

Osman Can: ‘Bizdeki laiklik Prusya laikliği’

“AKP’nin kapatılma riski yok. Çünkü vatandaş, AYM’ye sızdı. Kürt partilerinin

kapatılma riski ise hâlâ var. Mahkeme’de Kürtleri kapsayan bir çoğulculuk olmadı.”

 

“Bir anayasayı hukukçular yaptıysa, çöpe atmalısınız. Hukukçular, toplumu okuyamaz. Toplumun talebi siyasilerce okunmalı ve yeni anayasaya yansıtılmalı.”

 

“Anayasa Mahkemesi’nin değişiklik paketinde yaptığı değişiklik nedeniyle HSYK’da çoğullukçu değil, çoğunlukçu bir sistem oluştu. Bunu daha çok tartışacağız.”

* * *

NEDEN OSMAN CAN

Yakın zamana kadar Türkiye toplumunun hukukla ilişkisi çok kopuktu. İnsanların en mesafeli durduğu, en soğuk baktığı, en ilgisiz ve en çok yabancısı olduğu konu hukuktu. Vatandaş adalet istiyordu ama hukukla kendi hayatı arasında hiçbir ilişki kurmuyordu. 12 Eylül’ün darbe anayasası defalarca değiştirildiyse de, hiçbiri referandumla oylanan son değişiklik gibi bir ilgi görmedi halktan. Referandumda ilk kez toplum hukukla kendi hayatı arasında ilişki kurdu ve hukuk konuşmaya, anayasa tartışmaya başladı. Çünkü Türkiye’de artık bir dönem kapandı yeni bir dönem başladı. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana bürokratik vesayet sistemi nihayet bitti. Şimdi Türkiye, toplumun katılımıyla ve kendi seçtiği siyasetçilerin eliyle halkı iktidara taşıyacak yeni sivil bir sistem kurmaya çalışıyor. Bunun için de hukukunu yeniden yapıyor. Artık görev hepimizin. Kendi hayatımıza, hak ve özgürlüklerimize sahip çıkıp kendi hukukumuzu kendimiz yapacağız, bu ülkede anayasamızı ilk kez biz siviller yazacağız ve bu topraklarda gerçekten laik, demokratik sosyal bir hukuk devleti kuracağız. Bu yüzden önümüzdeki dönem en çok hukuk konuşacağız, yeni anayasayı tartışacağız. Yüksek yargıda yapılan son Anayasa değişikliklerinin neler getirdiğini, bu ülkede gerçek adaletin nasıl sağlanacağını, yeni anayasanın kimler tarafından ve nasıl yapılacağını bir dönem Anayasa Mahkemesi raportörlüğü yapan Türkiye’nin önde gelen anayasa hukukçularından Doç. Dr. Osman Can ile konuştuk. Son kitabı ‘Darbe Yargısının Sonu’ adıyla piyasaya çıkan Osman Can, Almanya’da Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ‘Türk ve Alman Hukukunda Cumhurbaşkanının Hukuksal Konumu’, ‘Düşünceyi Açıklama Özgürlüğünün Anayasal Sınırları’ üzerine yaptığı çalışmalarla yüksek lisans ve doktora eğitimini tamladı. ‘Demokratikleşme Serüveninde Anayasa ve Siyasi Partilerin Kapatılması’ adlı çalışmasıyla da 2006’da hukuk doçenti oldu. Osman Can, çeşitli üniversitelerde Anayasa Hukuku, Devlet Teorileri, Anayasa Yargısı, Temel Hak ve Özgürlükler dersleri verdi.

* * *

İKİNCİ BÖLÜM

Dün birinci bölümünü yayımladığımız anayasa hukukçusu Doç. Dr. Osman Can’la konuşmamızı kaldığımız yerden sürdürüyoruz.

* * *

NEŞE DÜZEL: Ergenekon davaları, yargıyı ikiye böldü mü?

OSMAN CAN: Yargının tabanında ayrışma ve farklılaşma zaten vardı. Ergenekon davasının açılması bu ayrışmayı daha görünür hale getirdi. Ergenekon davasında şu an sanık pozisyonunda olanlar, bugüne dek “devlet benim” demiş olan insanlar. Aynı şekilde Ergenekon davasını akamete uğratmayı isteyen ya da uğratan yüksek yargı temsilcileri de aynı cenahta yer alan ve “devlet benim” diyen kişiler. Bunlar…


Evet, bunlar…

Anayasa’yı ve hukuku hep ideoloji olarak algıladılar. Mesela darbe ideolojisinin temel referansı onlar için Anayasa’ydı. Zaten o yüzden de Anayasa’nın “başlangıç kısmına” dayanarak adımlarını attılar ve Anayasa’nın geri kalan kısmıyla hiç ilgilenmediler.


Anayasa’nın başlangıç kısmı ne diyor?

Anayasa’nın beşinci paragrafı vardır. “Hiç bir faaliyet, Türklüğün manevi değerleri, Türklük tarihi, Atatürk ilke ve inkılâpları karşısında koruma göremez…” der. Oysa Anayasa’da parti kurma, düşünce, örgütlenme gibi pek çok özgürlük sıralanıyor. Ama başlangıç kısmı şunu söylüyor. “Ama bu özgürlükler Anayasa’nın başlangıç kısmındaki tamamen soyut ve şoven olan unsurlardan biriyle çatışırsa, anayasal korumadan yararlanamaz” diyor.


Başlangıç kısmı değiştirilemez mi Anayasa’nın?

Yüksek yargı değiştirilemez diyor ama bu saçma bir tartışma. Çünkü 1995 ve 2001’de değiştirildi.


Nedense bundan hiç söz etmiyorlar. HSYK’dan sonra Anayasa Mahkemesi’nde de şimdi yeni üyeler seçiliyor. Bu seçimler Anayasa Mahkemesi’nin yapısını nasıl etkileyecek?

Anayasa Mahkemesi’nin yapısındaki değişiklik HSYK kadar radikal değil. Biliyorsunuz, son değişiklikle Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı 11’den 15’e çıktı. Dört tane yedek üye vardı ve şimdi asil üyeye dönüştü. Dolayısıyla Mahkeme’ye Meclis’in seçtiği sadece iki yeni üye geliyor. Bunlardan biri Sayıştay’dan, biri de Baro’dan seçildi. Böylece ideolojik yapı belli ölçülerde etkinliğini kaybetti. Bu, şu demektir. Anayasa Mahkemesi, 2006-2009 arasında verdiği kararları pek veremeyecek… Özgürlükler açısından sorun yaratan kararları gene verebilecek ama siyasal yapıyı bütünüyle çıkmaza sürükleyen kararlar alamayacak.


367 kararını alamayacak mı?

367 safsatası gibi, türban kararı gibi şeyler bundan sonra ortaya çıkmaz. Parlamentodan gelenleri ve bundan sonra cumhurbaşkanı kanalıyla gelecek olan yeni üyeleri dikkate alarak konuşursam… Geleneksel darbe ideolojisine ve darbenin parametrelerine göre çalışan bir yapı artık Anayasa Mahkemesi’nde egemen olmayacak. Ama bu, “Anayasa Mahkemesi özgürlükçü olacak” demek değildir.


Anayasa Mahkemesi özgürlükleri gene kısıtlayacak mı?

Özgürlükçü olmanın, Türkiye’de sosyal ve kültürel sınırları var. Türkiye’de muhafazakârlık ve milliyetçilik var. Kadın-erkek eşitliği, eşcinsel hakları konularında gene problem olmaya devam edecek. Çünkü Türkiye’de özgürlük taleplerinin gelip dayanabileceği bir sınır var.


Bu sınır nedir?

Milliyetçilik. Milliyetçilik, kendini askercilikle, disiplinle, devleti merkeze alan bir yapıyla tanımlar. Bu yüzden biz önümüzdeki dönemde de Anayasa Mahkemesi’ni tartışmaya devam edeceğiz. Ama Mahkeme’yi artık eskisi gibi rejim üzerinden tartışmayacağız.


Anayasa Mahkemesi’ni artık nasıl tartışacağız?

Anayasa Mahkemesi, darbe ideolojisinin koruyucusu bir kurumdu. Demokrasiyi ortadan kaldıran, işlevsizleştiren kararlar veriyordu. İdeolojik gerekçelerle, demokratik işleyişi boğmaya ve gelişmesini engellemeye çalışıyordu. Dolayısıyla vatandaş da, “ben niye parlamentoya insanları seçiyorum? Benim oyumun değeri yok mu” diye sormak durumunda kalıyordu. Sonuçta böyle bir yargı, vatandaşın oyunu anlamsızlaştırıyordu. Artık Anayasa Mahkemesi böyle bir mahkeme olmayacak. Şöyle söyleyeyim. Türkiye’de her türlü ideolojinin egemenliği bitiyor. Militer darbeci ideolojinin egemenliği bitiyor. Ama belli bir muhafazakârlık kalıyor. Çünkü kurumlar, toplumu yansıtacak.


Bu ülkede yüksek yargı bir siyasi parti gibi çalışıyordu. Bu yapıda hukuktan ziyade siyaset etkili oluyor gibiydi. Bu anlayış değişecek mi? Anayasa Mahkemesi irtica tehlikesi gerekçesiyle bir siyasi partiyi kapatabilecek mi?

Hayır, artık o risk yok. AKP’nin de, CHP’nin de kapatılması riski yok. Çünkü vatandaş, Anayasa Mahkemesi’ne sızdı. Daha önce yüzde 10 temsil edilirken, şimdi yüzde 40-50 oranında temsil edilmeye başladı. Ama şunu söylemeliyim. Kürt partilerinin kapatılmasının riski düşmüş olsa bile hâlâ var. Çünkü Mahkeme’nin çoğulculuğu Kürtleri de kapsayan bir çoğulculuk olmadı.


Peki, yeni düzende şimdi Yargıtay ne yapacak?

Diyelim ki Ergenekon davasını sönümlendirmeye çalışacak. Bunu nereye kadar yapabilir ki… Darbe girişiminde bulunan insanları kahraman ilan etti diyelim. Ama bu karar, artık yargıyı da bitirir zaten. Bir de iki yıl sonra vatandaşa “Anayasa Mahkemesi’ne şikâyet hakkı” geliyor. Yargıtay ve Danıştay’ın her şeye rağmen gene de yıkıcı ve ideolojik kararlar verdiğini düşünün. Bu ideolojik kararları Anayasa Mahkemesi’ne götürüp bozdurma imkânınız olacak. Bu, tarihî bir fırsattır! 1960 darbesini yapanlar, Anayasa Mahkemesi’ni kurarken Almanya’yı örnek aldıklarını söylüyorlardı.


Almadılar mı peki?

Aldılar ama Almanya’daki, “Anayasa Mahkemesi’ne şikâyet kurumunu” Türk yargı sistemine getirmediler. Alman Anayasası, bu şikâyet hakkını, parlamentoyu, devletten korumak için getirdi. Almanya, tehlikenin bürokrasiden geldiğini gören bir ülkedir. Alman sistemi, yargıyı ve bürokrasiyi kontrol etme sistemidir. Türkiye’de darbeyi yapanlar bürokratlar olduğu için, Almanya’dan Anayasa Mahkemesi’ni getirirken, anayasa şikâyetini getirmediler. Böylece parlamentoyu, Anayasa Mahkemesi kanalıyla kontrol ettiler.


Bu eksik Alman modeli bizde nasıl bir sistem yarattı?

Faşizme yaradı. Darbe ideolojisinin muhafızlığı imkânını yarattı. Artık bize de anayasa şikâyeti kurumu geliyor. Bu yolla Danıştay, Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Askerî Yargıtay demokrasi düşüncesiyle bağdaşmayan, özgürlükleri ihlal eden kararlar aldıklarında, onların bu kararlarını iptal ettirme imkânı geliyor. Dengeler değişiyor.


Dengelerin değişmesi ne anlama geliyor?

Darbeci rejim bitiyor. Türkiye, 2000’lerin başından beri demokrasiye geçiş dönemi yaşıyor. Türkiye’de toplumun talepleri üzerinde yeni bir sistem inşa ediliyor. Demokratik, laik, sosyal hukuk devletine geçiliyor. Bu ülke ilk kez laikliğe geçiyor! Biz bugüne dek Batı’dan aldığımız kavramların içini hep boşalttık.


Kavramların içini neyle doldurduk?

Kavramların hepsinin içini tersinden bir içerikle doldurduk ve uygulanan şeyi de ‘laiklik’ diye satmaya çalıştık. Entelektüeller, aydınlar, hukukçular hep kavramları çarpıttılar. Bu konuda hukukçuların büyük sorumluluğu var. Darbeci düzeni meşrulaştıran hukukçulardır. Aslında 1871-78 döneminde Prusya’da Bismark’ın “kültür savaşı” diye nitelendirilen mücadelesinde ortaya konanlara baktığınızda, Türkiye’de laiklik adına ortaya çıkan pratiğin nereden kaynaklandığını anlıyorsunuz.


Bizde ordu ve askerlik sistemi Prusya’dan örnek alınmış. Laikliğimiz de mi Prusya’dan edinilmiş?

Tarihçilerimiz, Bismark’ın Katolisizm’e karşı açtığı savaşta kullandığı yöntemlere ve çıkardığı yasalara baksınlar… Tevhidi tedrisatı, din okullarının ve ibadet yerlerinin devlet kontrolüne alınmasını, din eğitiminin devlet tarafından verilmesini, dini nikâhın kaldırılmasını, hepsini Prusya’da görürsünüz. Bizdeki laiklik, Fransız değil, Prusya laikliğidir. Aynı Prusya laikliği gibi bizdeki laiklik de bürokrat laikliğidir. Bürokrasinin, kendini devletin egemeni olarak görmesiyle birlikte, halk adına ‘doğruyu yapmaya’ başladığı bir pratiğin adıdır bu. Fransızlara haksızlık etmeyelim… Türkiye’de Prusya sistemi var. Prusya’da da egemenlik bürokratlara verilmiştir.


Prusya militarizmi Almanya’da ne zaman bitti?

1945’te bitti. Ama Alman bürokrasisi hâlâ çok önemlidir. Türkiye’ye dönersek… Bugün, Türkiye’de artık bir toplumsal sekülerleşme yaşanıyor. Mesela İslami cemaatlerin bankalar kurması ciddi bir sekülerleşme ve rasyonelleşmedir. Toplum artık ekonomik davranışlarıyla kendi inanç kodlarını birbirinden ayırabiliyor. Toplumdaki bu sekülerleşmeyi, devlet de benimsemeli.


Yapılan bir araştırmada bizim yargıçların ‘devletten yana’ olduğu ortaya çıkmıştı. Şimdi yargıçlar, milleten ve adaletten yana bir tavır geliştirebilecekler mi?

Bunun öyle kolayca değişmesi mümkün değil. Sonuçta bu insanlar, kendilerini devlet memuru olarak görüyorlar. 1924’ten beri bu ülkede yargı, devletin ideolojisini topluma egemen kılma aracı olarak çalıştı. Bundan sıyrılması kolay değil. Aslında 12 Eylül referandumuyla kilit açıldı ve 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1982 zindanından çıkma imkânı ele geçirildi.


Zindandan çıkmak için ne yapmak gerekiyor?

O zindandan çıkmak için yeni bir anayasa yapmak ve bütün karar süreçlerini sivil siyasete bağlamak gerekiyor. 1960 darbesiyle Türkiye’ye getirilen siyasal denklemi bütünüyle ortadan kaldırmak ve kurumların arasındaki ilişkileri yeni baştan düzenlemek şart. Çünkü yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılması yetmiyor. Bu üç kuvvet öyle yapılandırılacaklar ki, hem birbirlerini dengeleyecekler, hem de çoğulcu yapılarıyla kendi içlerini dengeleyecekler.


Bu denklemde ordu nerede duracak peki?

Sistemi böyle kurduğunuzda ordunun nerede durduğu artık çok önemli değil. Ordunun Anayasa ile düzenlenmesine bile gerek yok. Normal bir kanunla Savunma Bakanlığı’na bağlanır…


Yargı adalet içindir. Türkiye’de gerçek adalet var mı?

Dünyada hiçbir yerde gerçek adalet diye bir şey yoktur. Sadece gerçek adalete yaklaşmak mümkündür. Bunun da tek bir yolu var. Yapılardaki karar alıcıları çoğulculaştıracaksınız. Süreçleri müdahale edilebilir hale getireceksiniz. Kurumları ve süreçleri kamuoyunun bilgisine ve denetimine açacaksınız. İşte bunlar, adalete yaklaşmanın imkânlarıdır. Böyle bakıldığında Türkiye adalete henüz çok uzak. Biz referandumla sadece bir kilidi açtık ve adalete yaklaşma imkânına sahip olduk. Şimdi hemen Türkiye’yi yeniden inşa sürecini başlatmalıyız. Bunun için de ilk adım olarak özgürlük felsefesine dayanan bir anayasa yapmalıyız.


Biz bugüne kadar hep “nasıl bir anayasa yapılmalı” diye tartıştık. Aslında “anayasa nasıl olmalı” yerine, “anayasayı kim yapmalı” diye tartışsak daha kolay sonuç almaz mıyız?

Anayasa bir toplum sözleşmesidir ve anayasayı toplumun kendisi yapmalıdır.


Anayasayı hukukçular yapmamalı mı?

Bizde anayasayı bugüne kadar hep hukukçular yaptı. 1961’e bakın. Batı uygarlığında ortaya çıkmış ne kadar pozitif şey varsa hepsini saptırarak Türkiye’ye aktarılması muhteşem bir şekilde gerçekleştirdiler. En büyük zararı hukukçular verdi. Anayasa bir barolar tüzüğü değildir. Bir hukuk fakültesinin yönetmeliği hiç değildir. Anayasa, bir toplum sözleşmesidir. Dolayısıyla toplumun bütün kesimlerinin iradesinin oraya aktarılması, yansıtılması gerekir. Çiftçisinden işçisine, mühendisinden işadamına herkesin talebinin siyasiler tarafından okunması ve anayasaya yansıtılması lazım. Toplumun taleplerini hukukçular okuyamazlar. Eğer bir anayasayı hukukçular yapıyorsa, o anayasayı çöpe atmalısınız.


“Anayasayı ancak toplumun kendisi yaparsa, ortaya gerçek bir toplum sözleşmesi ve gerçek bir anayasa çıkar” mı diyorsunuz?

Evet aynen. Bu anayasayı yaparken geçmişteki hiçbir anayasa, hele hele 1960 ve 82 Anayasaları asla referans alınamaz. Halk karar verecek anayasaya! Üstelik ortaya çıkan bu toplum sözleşmesinin de ideal, mükemmel bir anayasa olması gerekmiyor.


Niye?

Çünkü bir anayasanın yaşayan ve yaşamaya imkân veren bir anayasa olması yeterlidir. Yeni anayasa, kendini unutturabilen bir anayasa olmalı! Sürekli cepten çıkarıp referans alacağımız ve hayatımızı tümüyle biçimlendirebileceğimiz bir anayasa olmamalı bu. Dinamiğini hayattan ve toplumdan alan, toplumun iradesinin ürünü olan ve toplumu merkeze koyan yepyeni bir anayasa yapmalıyız. Üstelik bu anayasanın nasıl olması gerektiği konusunda hiçbir kurumun sözü de meşru değildir.


Anayasa Mahkemesi zaman zaman görüşünü açıklıyor. Anayasa Mahkemesi de mi görüşünü açıklamamalı?

Anayasa Mahkemesi, yeni anayasa şöyle olsun dediği anda, “Bu senin bileceğin iş değil. Sen otur yerine. Sen sadece ortaya çıkacak yeni anayasaya uygun davranmakla yükümlüsün” diyeceğiz. Kurumlar, anayasanın nasıl olması gerektiğine karar veremezler ve bu konuda en ufak bir söz söyleyemezler. Söyledikleri zaman onlara çok ciddi bir tepki vermeliyiz.


Nasıl bir tepki vermeliyiz?

Onlara, “Bu, benim anayasam!” demeliyiz. Onlar, sadece şunu yapacaklar. Halkın yaptığı anayasaya uyacaklar! Bu unutulmamalı…


HSYK seçimlerinin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bürokratların aday olmasını doğru bulmadığımı söylemiştim zaten. Ama eskiye göre şu anki durum daha pozitif. Statükocu güçlerin yargı ve HSYK üzerinde etkisi çok azaldı.


Adalet Bakanlığı’ndan seçilen üyeler statükocu zihniyeti temsil etmiyor mu peki? Onlar demokratik bir yargıyı ortaya çıkaracak mı sizce?

HSYK’da seçimlerden sonra tam demokratik bir yapı oluşmadı. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin pakette yaptığı değişiklikle Yargıtay ve Danışay’da eski sistemi korumak için çoğunlukçu sistemi getirdi. HSYK’da da hükümetin hazırladığı paketin aksine Mahkeme’nin bu iptal kararı yüzünden amaçlanan dışında çoğullukçu değil, çoğunlukçu bir sonuç ortaya çıktı. O yüzden bakanlıktan gelenlerin icraatlarına bakmak, beklemek lazım. Ortaya çıkan bu çoğunlukçu sonucu ve HSYK’yı  önümüzdeki günlerde daha çok tartışacağız biz.

NEŞE DÜZEL – TARAF
neseduzel@gmail.com

Kategoriler:ADALET, ASDER, hukuk Etiketler:, , , , ,

“KAMU DENETÇİSİ, İDARECİLERİN KORKULU RÜYASI OLACAK”…

İdarenin İşleyişi Kamu Denetçiliği ile denetlenecek

 

 

Yazarımız Hamit SEVEN, 12 Eylül 2010 referandumunda halkın “Evet” oylarıyla kabul edilerek 26 Maddelik ‘Anayasa değişiklik paketi’nin 9.’uncu maddesi olarak pakette yer alan “Ombudsmanlık” diğer adıyla “Kamu Denetçiliği”nin tanımını ve izlenen süreci, maddenin kanunlaşma aşamasının arkasındaki isim Ak Parti 22. Dönem Ankara Milletvekili ve Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu Başkanı Nur Doğan TOPALOĞLU’na sordu…

 

H.SEVEN: Sayın Başkan, ülkemizin yeni bir kavramla tanıştığı malum. Sayın Başbakan’ın da öteden beri ve özellikle de referandum sürecinde dillendirdiği Kamu Denetçiliği Kurumu’nun oluşturulması düşüncesi öncelikle nasıl ortaya çıktı?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: “Kamu Denetçiliği” (Ombudsmanlık) ülkemizde yeni uygulamasına başlanacak olan bir kurumdur. Bu hizmet alanın tarihi geçmişini ve bugünlere gelişini biraz ileride açıklayacağım. Ancak mevzuatın henüz uygulama düzeyine gelmediğinin de bilinmesini belirtmek istiyorum. 12 Eylül halk oylamasından önce Anayasa’nın 74. maddesine konan “Dilekçe Hakkı” vardı. Buna dayanak olan 3071 sayılı “Dilekçe Hakkı”nın Kullanılmasına Dair Kanun” 1984 tarihinde yürürlüğe girmişti. 2001 tarihinde Cumhurbaşkanlığı makamına başvuru sayısı 100026’ya ulaşmıştı. TBMM Başkanlığı’na, Başbakanlığa, bakanlıklara başvuranlarla birlikte sayının ne derece kabarık olduğunu söylemek yeterli olur kanısındayım. Ama uygulamalarda başvurular ya cevapsız kalıyor, ya gerçek dışı bilgiler veriliyor, halkın bu makamlara güvenleri sarsılıyor idi. Şimdi ise Anayasa’nın 74. maddesine Kamu Denetçiliği hükmü de konularak ilgililere duyurulması hükmü için yasa taslağı, diğer ilkelerle somutlaştırılmış, TBMM’nin kabulüne sunulur düzeye gelmiştir. Gerek 12 Eylül öncesi açıklamalarıyla, gerekse sonraki ifadeleriyle bu maddenin en iyi halka mal edilmesinde en büyük çabayı Sayın Başbakanımız olmuştur. Anayasa’da tadil edilen maddenin çok, her konun zaman alıcı olması, kamu denetçiliğine tanıtmada istenilen seviyeye ulaşmamızı zorlamıştır. Bu tanıtımın yeterince olmayışından konunun yeni olmasının payı da çok olmuştur. Şimdi ise bu aşamalardan geçtik, kamuoyuna da yeni tasarıyı bekler hale geldi. 

 

H.SEVEN: Efendim, Ombudsman diğer bir ifadeyle Kamu Denetçiliği kavramları günlük yaşamımız içinde de sık sık kullanılmaya başlandı. Ombudsman’nın tanımının yapılması gerekirse…

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU:12 Eylül 2010 tarihinde halkın olumlu oyu ile kabul edilen 26 maddelik anayasa değişikliğinin dokuzuncu maddesi kamu denetçiliğine de yer vermiş, Anayasa’nın 74.’üncü maddesinde “Dilekçe Hakkı” başlıklı bölümünün kapsamı genişletilmiştir. Kamu denetçiliği olarak benimsediğimiz ombudsmanlığın yaygın olan kıta Avrupa’sında ve akademik çevrelere tanımların farklılık göstermekte, uygulayıcılarda çoğu ülkelere göre mevzuatta farklılığı doğal karşılamaktadır. Kamu denetçiliğinin kanımca en iyi tanımı, 5548 sayı ile çıkarılan ve Anayasa mahkemesince iptal edilen yasanın birinci maddesinde yapılmıştır. Anayasadaki değişikliğe uygun olarak çıkarılacak yeni yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen hükümlere parelel olması doğal olup, ben tarifimi yasama organımızın ürününden esinlenerek yapmak istiyorum. Kamu denetçiliği (ombudsmanlık), gerçek ve tüzel kişilerin idarenin işleyişi ile ilgili şikâyetlerini, anayasa veya ilgili yasalarda belirlenen nitelikler çerçevesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemleriyle tutum ve davranışlarını, adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygı, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinde incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmak üzere faaliyete geçirilmiş hizmet birimidir. Kısacası hizmetin esasını adalet, hakkaniyet ve hukuka bağlılık oluşturmakta olan öneri makamıdır.

 

 

H.SEVEN: Ombudsmanlık sistemi tarihi serüveni olan bir sistemdir, yeniden hatırlatmak babında tarihi arka planından biraz bahsedebilirmiyiz?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Ombudsmanlığın tarihi gelişimine göz atmamız halinde, M.Ö. Çin hanedanındaki uygulamayla karşılaşırız. Dönem olarak da M.Ö. 206-M.S. 220 yıllarını içine alır.  Ancak bu hizmete en adil biçimde veren ise II. Halife Hz.Ömer olup, uygulamayı “Muhtesiplik” kurumu ile sürdürmüştür. Toplumda kişilere zarar idarenin ve kişilerin mağdurları Emeviler ve Abbasiler döneminde olmuş, adaletin temini “Divanı Mezalim” organı elamanlarınca gerçek eleştirilip, sonuca ulaştırılmıştır.  Osmanlı imparatorluğu döneminde de idarenin haksız eylem ve işlemleri mevcut olup zarar görenlerin talepleri kadılık müessesince karara bağlanmıştır. Burada da idarenin kişiler üzerinde hâkimiyetine yer verilmemiş, kararların alınmasına din ve inanç ilkeleri esas alınmıştır. Zaten ombudsmanlığın Avrupa’ya ulaşması için kapının aralanması bu dönemde mümkün olmuştur. Konuyu iyi tanımlayabilmek için dönemin gelişimini özetleyelim. İsveç Kralı XII. Charles (Şarl) savaşta Ruslara yenilip Osmanlıya sığınmış, uzun yıllar misafir edildiği için “Demirbaş Şarl” ünvanı da verilmiştir. Bu kral, kadılık konusunu incelemiş, beğenmiş, ülkesine rapor göndermiş, dönünce de “Ombudsmanlık” adıyla “Kadılığa” uygulama alanı açmıştır. “Ombuds” kelimesi davacı, avukat, dava vekili…gibi bir anlam taşımakta, “man” kelimesi de kişi veya halk karşılığı olduğunda yeni bir uygulama birimi bu isimle ihdas edilip, oradan da Avrupa ve tüm dünyaya yayılmış bulunmaktadır. Çarpıcı bir örneği verip, konuyu kapatalım. 1982 yılında Avrupa birliği üyeleri İtalya’da toplanıp, ombudsmanlıkla ilgili karar aldılar. Bu kararda özetle: “Üyelerimizden ombudsmanlığı kurmuş olanlar mevzuatlarını günün koşullarına uygun duruma getirecekler; Henüz ihdas etmeyenler ise, bu hizmet birimi günün koşullarına uygun yürürlüğe koyacaktır.” denilmektedir. Şu anda 70 ülkede uygulanan ombudsmanlık hakkındaki bilgiyi yeterli bulacağınızı ümit ediyorum. 

 

H.SEVEN: Ombudsmanlık sistemini Özellikle Avrupa ülkelerinde var. Dünyada ombdsmanlık sistemi nasıl? Eğer örnek teşkil edilecekse sizce hangi ülkenin ombdsmanlık işleyişi örnek alınabilir?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Ombudsmanlık sisteminin en uygun olduğu kıtanın Avrupa olduğu doğrudur. Ancak diğer ülkelere de günden güne yayılmaktadır. Yukarıda değindiğimiz gibi, Ombudsmanlığın tarihi İsveç’le başlamış, gelişmiş, daha sonrada pek çok ülke bu uygulamada yararlanmıştır. Bu ülkede ombudsmanlık yasama organı ile birlikte yürütmekte bunda da genel idare ile yerel yönetimlerde olmak üzere geniş bir hizmet alanı kapsamaktadır. Bu girişten sonra örnek uygulamaları özetleyelim. İsveç bu konuda öncüdür. Haksızlıkları önlemede başvuru yanında kurumun olaya re’sen el koyma yetkisi de vardır. İngiltere de parlamento komiseri adıyla 1967 de ombudsmanlık faaliyetine geçirilmiştir. Fransa da “Cumhuriyet Arabulucusu” adı verilerek hizmet veren ombudsmanlık kurumu, teminatlı olup göreve son verilmesi Yargıtay-Danıştay ve Sayıştay’ın ortak genel kurulunca ittifakla karar alması ile üyeyi düşüre bilir. İsrail 1971 yılında bu birimi “Devlet Müfetişliği” adıyla ihdas etmiştir. Yetki alanı tüm kamu kesiminin kapsamaktadır. Finlandiya’da 1919 yılında faaliyete geçen ombudsmanlık dayanağı anayasadan olmakta olup mevzuat 1928 yılında ıslah edilmiştir. Norveç bu birimi 1962 de kurmuş, 1968 de ıslah etmiş olup, biri sivil idare icraatına, biri askeri hizmet alanına bakan iki ombudsmanı vardır. Hollanda 1981 yılında “Ulusal Ombudsman” yasasını yürürlüğe koymuştur. Atama önerisini iç işleri bakanı yapar, meclisce de atama gerçekleşir.  Kıta Anayasasında özellikle Yunanistan ve İspanya’da ombudsmanlık yapan iki değerli hukukçu bugün Avrupa birliğinde ihdas edilen bu birimde görev almışlardır.

 

H.SEVEN: Ombudsmanlık demokratik sistemin neresinde yer alır?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Ombudsmanlık, demokratik sistemin içinde eskiden beri var olan, günümüzde de önemi artan bir hizmet birimidir. Kendisine başvurulduğunda olayları incelediği, değerlendirdiği gibi, resen el koyduğu adaletsizlik veya işlemde vardır. Bunların üzerinde bir sonuca varıp, karar vermesi yargıya benzetilmesine neden olduğu için benzer (Şibih) yargı organı da denebilir. Denetime sunulan hizmet alanındaki çalışmalarından dolayı bir teftiş birimi görüntüsüne sahiptir. Ama bu birimden de ayrı bir değerlendirme yöntemi uygular. Bu benzerliği karmaşıklığı sebebiyle bürokratik teftiş kurullarınca tedirginlikle izlenmekte, görevliler birimlerinin kalkacağından kaygı duymaktadırlar. Ombudsman adaletin sağlanması için çaba sarf eder ve karar verir. Gerektiğinde önerilerde bulunup, görüşlerini rapora bağlar. Bu durumu ombudsmanı o hizmet birimini amiri durumuna getirir. Ama birim amiri de değildir. Yargı dosyayı inceler, tarafları dinler, kararını verir. Kararı verdikten sonra uyulması gerekeceği herkes kabul eder. Ombudsman, yetkili organca atanmasından itibaren yetkili sayılır, teminata kavuşur. Vereceği kararda yanılmayacağı kanısı ombudsmanlığın kişiliğinden gelir. Diğer bir deyimle, tarafsızlığı, ile kişiliği adaletin temsilcisi olduğu önceden kabul edilir. Bu kurumun layüselliği, yasadan kaynaklandığı gibi, örf-adet ve geleneklerden de destek alır. Bu nedenle pek çok ülkede ombudsman yasama ve yargı organı üyelerinde daha üst düzeyde bir saygınlığı var olan kişi olarak kabul edilir. Demokratik sistemin dayanağını adalet, hukuka uygunluk, hakkaniyet oluşturur. Ombudsmanlıkta demokrasinin yerleşmesi, adaletin tecelli, hakkaniyetin tahakkuku yanında, yerindeliği de hükme bağlayıp demokrasiye hizmet eder. Artık demokrasinin vaz geçilmezlerinde birisi bir kurum olduğu tartışılmamaktadır.  Fransa adalet bakanının parlamento da yaptığı konuşmada, ombudsmanlık için “hiçbir karşılık beklemeden, sırf gönülerli hoş etmek için, pragmatik olarak ve şekle bağlı olmaksızın idare ve yargı arasına giren şefaatçi”dir deyimini kullanması dikkate değer bulunduğu için not edilmiştir.

 

H.SEVEN: Hukuk Devleti idealine ulaşmada Ombudsmanlığın önemi hakkında…

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Hukuk devletinin kusursuz uygulanması mümkün değildir, ayrıca devletlerin idare şekillerinin oluşumu, ülke genişliği, tarihi gelişimi, coğrafi konumu bile değişiklik göstermektedir. Bütün bu unsurlara rağmen akademisyenler yaptığı araştırmalar sonucu bazı ortak değerler saptayabilmektedir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.

Hukukun üstünlüğü ile ombudsmanlığı artık birbirinin içine girmiş mevzuat ve çelişkilerden ayrı düşünme yaygınlaşmıştır. Uygulamadaki ortak payda adalettir. Verilen kararın temize tabi olması veya son sözün söylenmiş olması konusunda bu ilke değişmemektedir. İkinci konu ise hakkaniyettir. Hukuk kaidelerine uymak ve bu yolda karar vermek hakkaniyet için yeterli değildir. İşin bu noktasında ombudsmanlığı varlığı çelişkiyi değil, zarureti ön plana çıkarıyor.

Mevzuatın yetersizliğini, miadını doldurduğunu ombudsman görür ve öneride bulunur. Adalet bunu yapamaz. Onun için beraberliği birbirinin ayak bağı değil, dönen çarkın dişlileri diye düşünüyorum. Talep sahipleri aynı ülkenin vatandaşı olabilir veya olmaya bilir. Bunun tanımı yetkisi yasama organına aittir. Bizde mütekabiliyet esas alınmıştır. Bu durumun da hukuk açısında yerinde olduğu kabul edile bilir. Ama yerli, yabancı ayrımı yapmamak daha idealdir. Kanunda onun için hukuk otoriterlerinin deyimi ile taraflardan birinin mutlaka “citizpn” denilen vatandaş olmayıp “pople” denilen herkes olması dış itibarımızdaki gelişmeyle de paralellik oluşturulacaktır. 

 

H.SEVEN: Referandum sonuncun da pakette, kamu denetçiliği yasası böylece yasalaşmıştı oldu. Bundan sonraki süreç nasıl işleyecek?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: 12 Eylülde yapılan oylama ile Anayasanın 74üncü maddesine Kamu Denetçiliği kurulması hükmü girmiştir. Böylece 5548 sayılı Kanunun, konuya ilişkin anayasal dayanak yoktur gerekçesiyle iptali mazereti ortadan kalkmıştır. Diğer hususları özetlerken belirttiğimiz gibi, Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu yeniden kodifiye edilecektir.  Bundan sonra da Kamu Denetimi Kurumu’na Ombudsman ve yardımcıları ile bürokrasi için şart olan atamalar yapılacaktır. Bunu peşinde de haksızlığa uğrayanların, işlemi geciken veya uygulanamaz olan başvuruları ve diğer şikâyetler değerlendirilecektir. Elde mevcut olup iptal edilen kanun yeniden yürürlüğe konacağı gibi, dilek sahipleri ile ilgili kararlar da verilecektir. Konunun ayrıntıları 5548 sayılı iptal edilmiş olan kanunda mevcuttur. Bu yasanın uygulanmasına baştan sona anlatmak hem zaman alır. Hem de yeniden henüz yürürlüğe girmediği için, hukuki bir deyimle “hükmünce amel edilemez” fiili durumu vardır. Ayrıntıyı daha ilerliye bırakmak faydalı olur kanısındayım.            

 

H.SEVEN: Kamu denetçiliği hukuki ve denetim açıdan işleyişi nasıl olacak?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Anayasamızın 74.maddesindeki “Dilekçe Hakkı”’nın kapsamı genişletilip, …kamu denetçisine başvurma hakkı eklenmiştir. Bu birim yeni olup, aynı zamanda yeni bir karar makamı olacaktır. İdarenin her türlü eylem ve işleminin, yasada belirtilen istisnalar dışındakileri inceleyip ve değerlendirmesini yapacaktır. Bunun için birimin kuruluş işleyişine ait bölümünde görev alacaklarında baş denetçi ve yardımcıların nitelikleri yeni bir yasa ile düzenlenecektir. Ancak elimizde anayasa mahkemesince iptal edilen 5548 sayılı Kamu Denetimi Kurumu Kanunu vardır. 41 madde olarak ayrıntılı biçimde düzenlenmiş ve TBMM kararına bağlanmıştır. Bunun anlamı, rötuşlanarak yürürlüğe konulacak bir yasa tasarısı taslağı olduğu hususudur. Kanun uygulama işlik sorunların cevabı, geleceğe yönelik de olsa, bu esaslarla sunulacaktır. Zorunluluk olmadıkça konuya ayrıntılı olarak değinmede şimdilik yarar olmadığı kanısındayım. Şunu da bir görüş olarak eklemek istiyorum. Ombudsman, yasama organının idari faaliyetlerini de görev alanı içinde görüp, TBMM Başkanlığı’na rapor sunabilir. Diğer bir deyimle, bu birim aynı zamanda siyasi organın çalışmalarının bir bölümünü de değerlendirilebilir. Bu açıdan aynı zamanda siyasi görevi de vardır.   

 

H.SEVEN: Kamu denetçiliği kurumuna, ne tür konular gelecek, bireysel olarak vatandaş başvuru yapabilecek mi? Bir kamu kuruluşu da başvuru yapabilir mi?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Ülkemizde yeni tanınmaya başlanan, en son anayasa değişikliği ile gündemde yerini alan kamu denetçiliği ilgili sorunların çoğunu ise hangi kanunları kapsayacağı şeklindedir. Bazılar öğrenmek için sorular yöneltiyor, bazıları ise her derde deva bir kuruma kavuşulduğunu zannına kapılıp, uygulama alanını çerçeve halinde görmek hususunda da sabırsız davranılıyor. Biz önceki sorular cevaplarken konuya ışık tutuğumuz kanısındayım. Buna rağmen sorunun yöneltiliş biçimine uygun bir özetlemede yarar gördüm.

Kamu denetçiliği biriminin bakacağı konular özellikle haksızlığa uğrayanlarla, talebinin karşılığı gecikme alanlarıdır. Kurumlar arasındaki çekişmeler, gecikmeler de taraf olmayı zorunlu kılar. Ancak, kurum başvuruyu adalet ilkesin çerçevesinde öncelikle inceler. Bununla yetinmez, hakkaniyet açısından, yerindelik bakımından da bakar. Mevzuatı yersiz bulup, değiştirilmesini gerek görürse bu konuyu doğrudan el atar. Yürürlükten kaldırılan 5548 sayılı yasada da ayrıntılı olarak değinildiği gibi, konunun adalete intikal etmemiş olması, yargı organın bağlanmalığının tespiti gibi hususlarla Cumhurbaşkanlığı icraatı, yargı kesiminin  karara esas uygulaması, askeri biriminin tatbikatının dışında kalan konular istisnaları oluşturmaktadır.

Yeni yasama düzenleme nasıl olur, bilemem. Ama Avrupa’da işin uzmanı hukukçularla bizim işin uzmanı akademisyenlerimiz;

-Yargının idari işlemlerinin kamu denetimine tabi olduğunu,

-Askeri kesimin de tatbikata ait olanlarının ayrı tutulup, diğer çalışmalarının denetime tabi olması gerektiğini dile getirmektedirler.

Zaten bazı ülkeler de askeri icraat için ayrı bir Ombudsman ataması yapmaktadır. Bu konuya yeni girmiş olmamız, mevzuatın oluşmuş düzeye henüz ulaşmaması öneride bulunmamızı gereksiz kılıyor kanısındayım. Bütün bu ayrıntılar dışında, bireysel başvurular serbest olup kurum görev alanına girmeyen istemi elbette geri çevirecektir.

 

H.SEVEN: Buna göre “Kamu Denetçilerinin” seçilmesi nasıl olacak, seçilirken hangi kriterler öngörülüyor?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Kamu denetçilerinin seçimi her ülkede ayrı kıstaslara bağlanmıştır. Daha önce Nevşehir’de sonra da Danıştay’da ve bilgi üniversitesindeki seminerlerde Avrupa’dan gelen akademisyenlerin ortak görüşü her ülkenin kendilerince belirleyeceği kıstasları uygulamalarının yerinde olacağı biçimindedir. Bizde de 5548 sayılı yasanın ilgili maddelerinde kurulun oluşum kıstasları sayılmıştır. Yasa bu birimin kuruluşunu  4.’üncü madde 4 fıkra halinde belirlemiş, baş denetçiliği 5.’inci madde, baş denetçi vekilini 6’ıncı madde de tarif etmiştir. Bu organın üyelerin seçimini, seçilme niteliğini kaybedenlerin azil yetkisini TBMM’nin yetki alanına almıştır. Aynı yasada niteliklerde 10 uncu madde de yine bu yasada kurumun bağımsızlığı vurgulanıp, and içme esaslarına kadar ilkeler sayılmıştır. Buradan unutulmaması gereken 5548 sayılı kanunun kadük olduğu, ama düzenlenecek yeni yasanında bu hükümlere paralel yetkilerle donatılacağıdır.

 

H.SEVEN: Ak Parti’de Ombudsmanlık nasıl işliyor. Neler yapıyorsunuz. Biriminizin işleyişi hakkında bize biraz bilgi verirseniz?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Uluslararası literatürde Ombudsmanlık olarak bilinen bu uygulama AK Parti Tüzüğü’nün 98-102. maddelerinde yer alan hükümlerle birlikte “Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu” olarak yer almış olup, partideki demokrasi kavramına hayatiyet kazandırmayı amaç edinmiştir. 98. madde de siyasi partilerin demokrasi’nin esasını teşkil ettiği belirtildikten sonra; farklı görüşlerin parti içinde de olacağına değinilip “Farklılıkları zenginlik kabul edilerek parti içi çekişmelerin sulh yolu ile giderilmesi amaçlanmıştır.” Hükmüne yer verilmiştir. Ak parti ilk kuruluşundan bu yana mükkemel bir tüzüğe sahip. Ombudsmanlık ile ilgili bir birim Türkiye’de  hiçbir siyasi partinin tüzüğünden yok iken Ak Parti kuruluşundan bu yana tüzüğüne koymuştur. Parti içi demokrasi çıtası diğer bütün partilerden yüksek. Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu eğer bugün partimizin önemli bir birimi haline gelmiş ise, hiç kuşkusuz  Genel Başkanımız ve Başbakanımız Sayın, R.Tayyip Erdoğan’ın himmetiyle olmuştur.  Şimdi birimizin işleyişi hakkında tüzük doğrultusunda maddeler halinde ifade etmemiz gerekirse;

a)Parti İçi Demokrasi Hakem Kurular’ının oluşumu

İllerden ve genel merkez bünyesinde “Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu” oluşturulur. Bu kurullarda üçer üye bulunur. İkişer tanede yedek üye seçilir. İl Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu il kongrelerinde, genel merkez parti içi demokrasi hakem kurulu büyük kongrede, kongre delegeleri tarafında organ seçimlerine ilişkin usul ve esaslara göre seçilirler. Parti içi demokrasi hakem kurulu oluşturamayan illerle ölüm, istifa ve benzeri nedenlerle bu kurumlardaki asil ve yedek üyesi toplamı üçten aşağı düşen illerde, olağan veya olağanüstü kongreye kadar görev yapmak üzere, genel merkez parti içi demokrasi hakem kurulunca üç asil, iki yedek üye belirlenip, MKYK onayı ile göreve başlatılır. Şuan itibarıyla 81 il teşkilatlarımızda da, 3 asil 2 yedek olmak üzere “Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu” mevcuttur.

b)Kurul üyesinde aranacak nitelikler

Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulları’nda görev alacak arkadaşlarımızın en az kırk(40) yaşını tamamlamaları, çevrelerinde birikim ve saygınlıklarıyla temayüz etmiş olmaları esastır. Kurulda görev alacak kişilerin yüksek tahsilli olmaları esas olup, illerde yüksek tahsilli adayların bulunmaması halinde tercihen lise veya dengi okul mezunlarına aynı görev verebilir.

c) Hakem Kurullarının Görevleri

İl parti içi demokrasi hakem kurulu, il sınırları içinde görev yapar. İl kademe organları ile alt kademe organları veya organ üyeleri, yan kuruluş organ veya üyeleri arasında veya onlarla parti kademe organ veya üyeleri arasında parti görevinden kaynaklanan çekişmelerin çözümü için gerekli sulh ortamını hazırlar ve çözüm şeklini belirler. Genel Merkez Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu, Parti Genel Merkez organları ile parti yan kuruluşlar genel merkez organları veya bu organların üyeleri, TBMM parti grup üyeleri ve bu üyelerin parti Genel Merkez ve yan kuruluşlar genel merkez organları ve üyeleri arasında parti faaliyet ve görevinden kaynaklanan çekişmelerin çözümü için sulh ortamını hazırlar ve çözüm şeklini belirler.

d) Sorunun Hakem Kuruluna İntikali ve Hakem Kararlarının Niteliği

 Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulunun bir konuya müdahil olabilmesi için uyuşmazlığın taraflarından birisinin başvurması gerekli olup, ayrıca kademe başkanlığı veya yürütme kurulunun talebiyle de el koyabilir. Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulları üye tam sayısı ile toplanır, çoğunlukla karar verir. Asil üyenin mazeretli olduğu hallerde kurul, sıradaki yedek üyenin iştiraki ile toplanır. Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu kararları yazılı ve gerekçeli olarak düzenlenir. Kararlar, çekişmenin tarafları açısından bağlayıcı, parti tüzel kişiliği açısından tavsiye niteliğindedir. Parti İçi Demokrasi Hakem Kuruluna başvuru şekli ile anlaşmazlıkların çözümüne ilişkin usul ve esaslar bir yönetmelik ile belirlenir .

 

H.SEVEN: Peki efendim, tüm bu genel bilgiler ışığında sonuç olarak neler söyleyeceksiniz?

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Sonuç olarak değerli hukukçuların tavsiyelerini de belirtmekte, tespit ve uygulamalarına vurgu yapmakta yarar görüyorum.  Mesela bunlardan birisi, “Alvard Gil-Robs” dur. Bu hukukçu ispanya’da yıllarca Ombudsmanlık yaptı, daha sonra da Avrupa Konseyinde İnsan Hakları Komiseri” oldu.

Ona göre:

          Ombudsmanlık kuvvetler ayrımı hukuk sistemini uygulayan ülkelerde siyasi denetim birimidir.

          Ombudsman yargı organının uygulamasındaki boşluğu doldurma hizmetini vermektedir.

          Adaletin tamamlayıcısıdır.

          Kararlar kesin olup itiraz mercii yoktur.

          Mevzuatın yenilenmesinde öneri ve katkıda bulunur.

          Yargıyı değil, bu birimin uygulamasını denetler.

          Devlet başkanları ile hükümetlerin siyasi kararlarına karışmaz.

          Ombudsman iyi bir ikna edicidir.

Bir diğer uzman ise, ilmi kariyeri olan Yunanlı “Prof. Nikoforos”’tur.

Nikoforos’a göre Ombdusman:

          AB için Anayasalar değişip, Ombudsmanlık yer almalıdır.

          Uygulayıcı ülkelerde Ombudsman yargı organları kararlarına karışmaz.

          Adalet organlarındaki gecikmeler için ilgili bakanlıklara başvuruda bulunur.

          İdarenin gücüne inanır, yargı kararlarını değişmeyeceğini bilir.

          Tek bir ombudsman’la yardımcılığın faydalılığına inanır.

          Ombudsmanın dokunulmazlığını savunur.

          Her ülke için mevzuatın değişik olabileceğine inanır.

          Resen hareket zaruriyetine inanır.

 

Bu iki örneğin, konunun sonunda özet olarak sunarken, kendi değer hükümlerimiz yerine dış kaynağın daha çok itibar gördüğü görüşüne de değinerek sözlerimi tamamlıyorum.

 

H.SEVEN: Sayın Topaloğlu, sıcak sohbetiniz ve verdiğiniz bilgilerden dolayı teşekkür ediyorum.

 

N.DOĞAN TOPALOĞLU: Konuyla ilgili olarak Birimimize bu imkânı sağladığınız için asıl ben size teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim. Bu vesileyle aziz milletimize ve kıymetli okurlarınıza saygılarımı sunarım.

 

 

—————————————————————————————————————–

Nur Doğan TOPALOĞLU Kimdir?

Yozgat – 1937, doğumlu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Mülki İdare Amiri, Hakim – Kaymakam, Mülkiye Müfettişi, Giresun Vali vekili, Bolu, Isparta, Kastamonu Valisi, Danıştay Üyesi, Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu Üyesi – XXII nci Dönem Ankara Milletvekili – Evli, 2 Çocuk babası olan Nur Doğan TOPALOĞLU; AK Partinin Kuruluşundan bu yana “Parti içi Demokrasi Hakem Kurul”unun üyesi ve başkanlığını yapmaktadır.

Kaynak: